You are currently viewing Analog Fotoğrafçılığın Kimyası, Biyolojisi, Fiziği – Tercihler, Seçimler ve Kararlar

Analog Fotoğrafçılığın Kimyası, Biyolojisi, Fiziği – Tercihler, Seçimler ve Kararlar

Ön Bilgi 1: Bu bol bölümlü bir yazı dizisidir ve birbirini takip eden bölümlerden oluşur. Bir sonraki bölümde iki bölüm önce verilen veya önerilen bilgi gerekli olabilir. Akıcılığı sağlamak için, kısayollar ile ilgili bölümlere geçiş yapmaya çalışacağım.

Ön Bilgi 2: Evet, bu bölümde fizik, kimya olursa biraz da biyoloji konuşacağız. Bunları konuşurken sizin, bu bilim dallarını bilmenizi beklemiyorum. Konuları oldukça basit, ancak yüzeysel değil, neden sonuç ilişkilerine bağlı kalarak veya görselleri kullanarak açıklamaya çalışacağım. Böylece neyin nasıl etki ettiğini daha rahat kavrama şansınız olacak. Yani biraz teknik konuşacağız.

Ön Bilgi 3: Bu yazı dizisinin sonunda, özellikle siyah beyaz film fotoğrafçılığında, farkında olup veya olmadan yapmanız gereken seçimlerin, fotoğrafın son haline nasıl etki ettiğini; istediğiniz sonucun, hangi ara evrelerde şekillendiğini ve sonucun, istediğiniz sonuca nasıl yaklaşabileceğini anlayacaksınız.

Ön Bilgi 4: Verilen bilgiler, çeşitli kitaplardan derlendiği gibi, yaklaşık 100 rulo film banyosu yapmış olmamın verdiği kendi tecrübelerimden derlenmiştir. Tabii ki bir seçim diğer seçimden daha iyi değildir, ancak yukarıda belirttiğim gibi amaç, sizin seçim yaparken neleri kazanıp nelerden feragat ettiğinizi anlamanıza yardımcı olmaktır. Dolayısı ile, yazılanlar kanun niteliğinde değildir, lütfen bu şekilde yaklaşmayın. Fotoğraf son derece görsel bir sanattır ve bir sahneyi veya olguyu nasıl görselleştirmek istediğinizi sizden başka kimse daha iyi bilemez. Hazırsanız başlayalım.

Analog fotoğrafçılık, esasında fotoğrafçılığın kendisi, seçimler ve tercihler üzerine kurulmuştur. Bu tercihler, daha en başta neyi nasıl çekeceğiniz hakkında düşünürken başlar. Tercihlerinizi düşünce aşamasında değiştirebileceğiniz gibi, çekim esnasında veya son ürün esnasında da değiştirebilirsiniz. Bu ilk bölümde, konuyu tercihlerden açmamın sebebi ise, yapacağımız her tercihin aslında bir feragat olduğunun farkına varmanız ve buna göre daha sağlıklı bir tercih yapmanıza yardımcı olmak. Unutmadan, kanımca, fotoğrafın son hali, kağıda basılmış halidir. Bu bir kitap, sadece bir fotoğraf veya bir albüm şeklinde olabilir ancak eskilerin dediği gibi iyi bir fotoğraf, kağıda aittir (İşte size bir tercih, ve lütfen fotoğraflarınızı paylaşın. İnsanların dünyayı sizin gözünüzden görmeye hakkı var). Şimdi, izin verirseniz, düşünce ile kağıda basılmış fotoğraf arasındaki yapmamız gereken tercihlere, vermemiz gereken kararlara ve istemesek de feragat ettiğimiz noktalara bir göz atalım.

Analog Dijital Çevirme. Kaynak Wikipedia

Yapmanız gereken tercihlerden ilki eğer elinizde birden çok makina varsa, muhtemelen analog ile dijital arasında bir karar vermeniz gerekmesidir. Dijital çekimin en büyük kolaylığı, birçok tercihin sonucunu çekim esnasında veya hemen çekim sonrası görebilmemizdir, yani size geri dönüşün son derece hızlı olması, varsa hatamızı hemen görmemizi ve düzeltmemizi sağlar. Bir başka büyük artısı ise çekim sonrası rötuşun çok kolay bir şekilde yapılabilmesidir. Ayrıca dijital sensörler yaklaşık 14 duraklık bir ışık aralığını kaydedebilirler, size 4 duraklık gölgeleri kurtarma, 2 duraklık parlak alanları kurtarma şansı verirken, ISO64 ile ISO50000 arasında hassaslık da verirler. Dijital kameralar ile çok rahat 2 veya 3 durak fazla pozlama ile kullanılabilir kareler elde edebilirsiniz. Bu saydıklarım, analog fotoğrafın zayıf olduğu yönler olmakla beraber, analog fotoğrafın en büyük artısı, adından da anlaşlacağı üzere, analog olması, yani analog dijital çeviricinin (ADÇ) olmamasıdır. Işığın bir sinüs dalgası şeklinde olduğunu kabul edersek ve 14bit çevirici dediğimiz ADÇ kullanıldığını varsayarsak, analog sinüs dalgası testere dişleri gibi bir şekil alır (ne kadar çok bit’li bir çevirici kullanırsanız, çevirme o kadar yumuşak olur. Piyasada 16 bit’den daha yüksek çeviricili bir kamera bulunmamaktadır). İşte bu çevirme, analog çekimde olmadığı için tonlar ve renkler daha doğru, daha yumuşak ve daha hassas bir şekilde karşımıza çıkar. Analog çekimler size gölgeleri kurtarma imkanı vermezken, 3 veya 4 durak fazla pozlama imkanı verir, hatta C41 filmler ile 6 durak fazla pozlamaya kadar tolerans gösterirler. Diğer taraftan beyaz dengesini dijital çekimlerde, çekim sonrası değiştirme imkanına sahip olmamıza rağmen, analog filmlerin hemen hemen hepsi gün ışığına göre ayarlanmıştır. Dolayısı ile tungsten ışık kaynaklarında, güneşin tam dik olduğu saatlerde, alacakaranlık saatlerinde istediğiniz renkleri vermeyebilir ve bu problemleri düzeltmek için çeşitli filtreler kullanmanız gerekebilir. Kanımca, fotoğrafı bir yolculuk olarak düşünürseniz, başlangıç noktası fikirlerin ilk oluştuğu an, varış noktası ise elinize basılı fotoğrafı aldığınız zamandır. Kimimiz yolculuğun bu başlangıç ve varış noktası arasındaki zamanı severken, kimimiz varış noktası için heyecanlanır. Dolayısıyla süreci ve meşakkati itibari ile analog fotoğraf, yolculuktan keyif alanlar, dijital fotoğraf ise varış noktası için heyecanlananlar için tercih sebebi olabilir.

Değişik fotoğraf boyutları. Kaynak Wikipedia
Dijital veya analog çekim tercihinden sonra yapmanız gereken tercih, muhtemelen ne boy bir negatif veya RAW dosyası çekmek olacaktır. Dijital makinalarda çok ufak sensörlerden 50*40 mm’lik sensörlere uzanan bir yelpaze mevcuttur. Analog çekim ise, halihazırda 35mm’lik filmden başlayarak, ekstra büyük boya doğru uzanan bir yelpazeye sahiptir (Ilford, özel ürün olarak 20*24 inç’lik negatifler hazırlayabiliyor. 50*60cm boyutundan bir negatif düşünün elinizde). Ayrıca film çekerken 6*17cm gibi panorama çekim şansınızda mevcut (Elveda Photoshopta resim birleştirme!). Peki ne boy çekeceğimize nasıl karar vereceğiz? Genel kanı, negatif ne kadar büyükse, baskı esnasında büyütme o kadar kaliteli olur. Haliyle küçük bir negatifte yapılacak 10 katlık bir büyütme, en ufak hatanın 10 kat büyümesi anlamına gelir. Dolayısı ile bir toz parçacığı, kameranın sallamasından kaynaklanan bulanıklık, netliğin düzgün yapılmamasından kaynaklanan hatalar küçük negatifler ile yapılan baskılarda daha belirgin bir şekilde gözükür. Aynı şekilde analog çekim yapıyorsak, filmde olan bir hata, bir çizik daha da önemlisi gren boyutu, baskı ne kadar büyürse o kadar büyür. Tam boy dijital sensör yaklaşık 36*24mm’lik bir boyuta sahipken, bu filmde 35*24mm’dir. Siz A4 sayfası boyutunda basmayı planlıyorsanız, bu yaklaşık 10 kat büyütmeye tekabül eder. Ancak orta format bir filmi basmak isterseniz, büyütme yaklaşık 4-6 kat arasında olacaktır, dolayısıyla hatalar daha az göze çarpacak, gren ve gürültü daha az belli olacaktır. Ayrıca büyük boy negatifler, kullanılan kameraların esnekliğinden dolayı, çekim sırasında size, alan derinliğinde oynama, perspektifi ve açıyı düzeltme gibi, küçük boy kameraların sağlamayacağı avantaj sağlar (Eskiler, orta formata profesyonel format, 35mm’lik formata ise küçük format derlerdi). Ayrıca, negatif boyut farkı ve lens farkı dolayısıyla alacağınız sonuç, alan derinliği, distorsyon gibi özelliklerde tamamen farklıdır (örnek olarak 35mm’lik formatta kullanacağınız 24mm lens ile 4×5 formatta kullandığınız 90mm’lik lens yaklaşık aynı açıda görüntü verir. 90mmlik lensin dizaynı, üretimi çok daha kolay olduğu için, distorsyon gibi optik hatalar minimize edilmiştir).
 
Film çekiyorsanız, ki dijital çekiyorsanız da (Leica ve Phase One, sadece siyah beyaz çeken modelleri olan iki üretici), yapacağınız bir sonraki seçim muhtemelen siyah beyaz veya renkli çekim olacaktır. Tamamen kişisel tercih olan bu kavşak, kompozisyon ve hikaye anlatımı açısından oldukça önemli bir yere sahip. Dijital çekim yapıyorsanız bu tercihi eve geldiğinizde bilgisayarın başında yapabileceğiniz gibi, kameranın arkasındaki ekranı veya elektronik vizörü siyah beyaz şıkta kullanabilirsiniz. Ancak renkli çekim yaparken, hikayeyi desteklemesi açısından, kompozisyonu bozmaması açısından, bir konuya çok dikkat etmemiz gerekiyor; renk teorisi. Fazla derine inmeden, birbirini tamamlayıcı renklerin, birbirine zıt renklerin, insan gözünün ilk hangi renklere gittiğini bilirsek çektiğimiz kare, kalite açısından ve kompozisyon açısından çok daha iyi bir noktaya gelir. Siyah beyaz çekim ise, fotoğrafa ayrı bir boyut katar, nesneler ve çizgiler daha bir belirginleşir, ünlü fotoğrafçı Ralph Gibson’un dediği gibi “Bir fotoğraftan renkleri çıkartırsan geriye drama kalır“.
 
Bu ve bundan sonra ki iki paragraf, film çekenlerin yapması gereken tercihler olarak önümüze çıkar. Hangi hızda, hangi ISO’da film kullanacağız? Kullanacağınız filmin bir emülsiyon hızı vardır (ki bu hız bir sonraki bölüm olan, banyo bölümünde belirteceğimiz gibi değişebilir). ISO 100 altı filmler yavaş film, 100-400 arası orta ve 400 üstü ise hızlı film olarak adlandırılır. Bir filme yavaş veya hızlı denmesinin nedeni ise, bir sahne için kullanabileceğimiz enstantane hızının değişkenlik göstermesidir. Örnek olarak, bulutsuz bir havada öğlen 12’de, %18 gri kart ışık okuması ISO100 film için f/16’da 1/100 iken ISO3200 film için bu 1/3200 olarak hızlanır. Aynı şekilde aynı kart ISO50 film için 1/50 olarak düşer. Dolayısı ile ne fotoğrafı çekeceğimize karar verebilirsek, doğru hızda filmin tercihini yapabiliriz. Peki değişik hızda filmin, filmin biyolojisi olarak ne farkı vardır ve bu fark yolculuğun son durağı olan baskıya nasıl etki eder? Bildiğiniz gibi filmlerlerin emülsiyon katmanlarında gümüş tuzu gibi ışığa hassas maddeler bulunur. Işığın bu maddelere düşmesi sonucu önce gizli resim oluşur ve banyo evresinden sonra bu gizli resim bizim görebileceğimiz negatif resme dönüşür. Bu ışığa duyarlı maddeler, nesnel olarak ne kadar büyük ise, hassaslıkları da o kadar yüksek olur (dijital kameralarda da pixel boyutu ne kadar büyükse hassaslık o kadar yüksektir, dolayısıyla aynı işlemciye sahip 20MP’lik bir kamera 50MP’lik bir kamera göre daha yüksek ISO değerlerine ulaşır). Dolayısı ile ISO3200 hızındaki bir filmin gren boyutu, ISO50 hızındaki bir filmin gren boyutundan haylice fazladır. Bu gren boyutları, baskı aşamasında fotoğrafı büyütürken daha da belirginleşir (Ne demiştik, 35mm’lik bir negatifi A4 boyutuna basmak için 10 kat büyütmeniz gerekiyor, dolayısı ile bu grenlerde 10 kat büyür). Dolayısı ile aynı boyuta baskı için, diyelim A4, büyük format kullanırsanız 2 kat büyütme yapacağınız için hızlı film kullanmanız çok büyük problem teşkil etmez. Küçük boyutlu filmi büyüteceğiniz için imkanınızın el verdiği en düşük hızlı filmi tercih etmekte fayda var. Bir diğer temel fark ise; filmin, en karanlık gölge ile en aydınlık parlak alan arasında kaç durak ışık kaydedebileceğidir. Dijital kameralarda ISO değeri ne kadar yükselirse durak aralığı düşmesine rağmen, film negatiflerde bu tam tersidir, ISO ne kadar yükselirse durak aralığıda o kadar yükselir. Dolayısı ile ISO3200 film, ISO50 filme göre daha fazla durak aralığı kaydeder. Genel olarak filmin kaydedebileceği maksimum durak yaklaşık 13’tür, yani en karanlık ile en aydınlık bölge arasındaki fark yaklaşık 8200 kat olabilir (her durak, 2 kat daha fazla ışık anlamına gelir, 2^13=8192) ki bu da dijital kameralara yaklaşan bir performanstır. Ancak filmin hassaslığını yükseltmemizin bir dezavantajı bulunmaktadır; keskinliğin düşmesi. Analog fotoğrafçılıkta keskinlik, büyük nesnelerin kenar çizgilerinin kalitesi olarak tanımlanır. Dolayısı ile yavaş filmlerin gren boyutları ufak olduğu için keskinlikleri daha fazla, hızlı filmlerin gren boyutu büyük olduğu için keskinlikleri daha düşüktür (Banyo kısmında, gren boyutunu kimyasallar ile nasıl değiştirebileceğimizi konuşacağız).
 
Hangi hızda film çekmeye karar verdikten sonra vermemiz gereken karar, hangi film ile çekeceğimiz olabilir. Piyasada satılan bütün filmler, biyolojileri yani emülsiyonları ve yapıları farklı olduğu için kendi karakteristik özelliklerine sahiptirler. Örnek vermek gerekirse, Kodak TriX400 daha kontrastlı daha büyük grenli bir film iken, Ilford Hp5 daha az kontrastlı, grenleri daha ufak, itme galibiyeti daha yüksek bir filmdir. Fomapan 400 ise, bu ikisinden hale katmanı olmaması ile ve gerçek emülsiyon hızının ISO200 ile ISO320 arasıda olması ile ayrılır (filmlerin gerçek hızını bulmayı, bu hızı manipüle etmeyi daha sonra konuşacağız). Ayrıca her film, banyo esnasındaki her geliştirici kimyasala aynı etkiyi vermez. Ancak hepsi siyah beyaz ve yaklaşık ISO400 hızına sahiptir. Siyah beyaz filmler 2 durak eksi pozlamaya ve 6 durak fazla pozlamaya izin verebilirler. (Dolayısı ile genel tavsiye, uzunca bir süre aynı filmi kullanıp, değişik geliştiricilerdeki sonuçlarını tecrübe edip ona göre bir tecrübe edinmektir). Renkli çekmeye karar verirsek önümüze iki seçenek çıkacaktır, C41 Negatif veya E6 pozitif film. C41 filmler, aynı siyah beyaz filmler gibi negatif halinde, turuncu bir katman ile kaplıdır. C41 filmler size yaklaşık 12 duraklık bir kontrast imkanı verirken, 2 durak eksi pozlama ile 5 durak artı pozlamaya tolerans gösterebilirler. C41 filmlerin en büyük üreticisi Kodak ve Fuji iken bu şirketlerden temin edeceğiniz aynı ISO değerine sahip filmler farklı renk özelliklere sahiptirler. Örnek olarak Kodak Gold200 renkleri daha sarıya yakın iken, Fuji C200 renkleri daha yeşil tonlardadır (bunun tercihi Amerikan ve Japon halkının farklı tonları tercih etmesi olarak açıklanmıştır). Eğer tercihinizi E6 filmlerden kullanırsanız sonuçlarınızın pozitif olduğu yani filmin arkasından ışık verirseniz gerçek renklerde fotoğraflar olduğunu görürsünüz (bunlara slayt film denmesinin nedeni budur). C41 filmlerde olduğu gibi, bu pazarda Kodak ve Fuji arasında bölünmüştür ve şu anda piyasada toplam 4 adet renkli E6 film bulunmaktadır, Kodak E100, Fuji Provia100, Velvia100 ve Velvia50. C41 filmlerde olduğu gibi burada renkler birbirinden farklıdır, örnek olarak Provia100 portre çekimi için uygun iken Velvia50 ve Velvia100 yeşil tonlu olduğu için daha çok manzara fotoğrafları için uygundur. E6 filmler, yaklaşık 6 durak olarak en dar kontrast aralıklarına sahiptirler. 1 durak fazla pozlamaya izin verirken 2 durak eksi pozlamaya izin verebilirler (bu konuda dijital sensörlere benzerler). Siyah beyaz filmlerin aksine C41 ve E6 filmlerin banyoları ne marka ve ne model film olursa olsun sabittir, dolayısı ile çekim sonrası kontrast kontrolü şansı çok daha azdır. Ancak E6 filmleri 1/3 durak az pozlayarak satüre etme imkanına sahipsiniz.
 
Analog fotoğrafta baskı öncesi yapacağımız son tercih, filmin nasıl ve nerede banyo edileceği olacaktır. Önümüzdeki en basit ve meşakkatsiz yol, filmlerimizi profesyonel bir fotoğraf dükkanında yıkatmaktır. Film başına ücreti evde yıkamaya göre biraz daha fazla olmasına rağmen, ön hazırlık, ekipman ve kimyasal alımı olmayacağı için, az fotoğraf çekenler için daha kârlı bir yol olabilir. Ancak bu yolun riski de yok değil, yıkanan kimyasalların bayat olması, aynı kimyasalda haddinden fazla çok filmin yıkanmış olması veya banyo işlemini yapan görevlinin dikkatsizlik veya beceriksizliği; filmlerinizin çok kötü yıkanmasına, istediğiniz sonucu alamamınıza, emeğinizin kaybolmasına, hatta negatiflerinizin tamamen boş gelmesine neden olabilir. O yüzden mutlaka ama mutlaka banyo yaptığınız yeri iyi araştırın, nasıl kimyasallar kullandıklarını öğrenin, mümkünse test çubuklarını sorun ve kesinlik sonuç ne olursa olsun negatiflerinizi isteyin. Boş da olsa negatifleriniz, size hatanın kimde olduğunu anlatır (Örnek olarak, negatifleriniz boş ancak film şeritlerinde film markasının ismi var. Bu size hatanın kameradan kaynaklandığını, pozlamanın eksik olduğunu söyler. Ancak film şeritleri tamamen boş, üzerinde marka ismi dahi yoksa bu size banyonun hatalı yapıldığını, geliştiricinin bayat veya doğru yapılmadığını söyler). Banyoyu evde yapmak görece daha meşakkatli ve en başta masrafı fazla iken, ileriki günlerde banyo yaptığınız film sayısı arttıkça film başına masrafta düşecektir. Evde banyo yapmak size çeşitli kimyasalları denemenize, hangi kimyasalın sizin istediğiniz sonucu verdiğini öğrenmenize imkan tanır. Ayrıca evde banyo ile negatifte kontrast kontrolünü sağlayabilir, gren boyutunu değiştirebilir, efektif film emülsiyon hızını arttırabilir, parlak alanları kurtarabilirsiniz. Bu değişkenler size, son aşama olan baskı ve paylaşımda bambaşka sonuçlar verir. Ayrıca eğer bir hata varsa bilirsiniz ki bu hata tamamen sizden kaynaklanmıştır. Filmleri banyo kabından çıkarıp parmaklarınızın arasında tuttuğunuz anın hissi, bütün yolculuk boyunca alacağınız en duygusal his olabilir.
 
Fotoğrafın yolculuğunun varış noktası fotoğrafın yayınlandığı andır. Fotoğraflarınızı dijital ortamda paylaşabileceğiniz gibi, daha evvel dediğim gibi benim tercihim fotoğrafın kağıda basılmasıdır. Dijital ortamda paylaşım, Instagram gibi sosyal mecralarda olduğu gibi, profesyonel sitelerde veya sizin kendi sayfanızda olabilir. Eğer fotoğraflarınızı Instagram’da paylaşmayı seçerseniz, unutmayın ki Instagram çok sıkı bir sıkılaştırma algoritması ile fotoğraflarınızı daha ufak boyuta indirger. Yaklaşık en boy oranı, 1024*1024 pixele düşürülür ve yaklaşık boyut da 1MB altına iner. Dolayısı ile çekerken yaptığınız ufak hatalar, netliğin kaçırılmış olması, negatifteki bir toz veya çizik, paylaşımda gözükmez. Ayrıca yine bu sıkılaştırmalardan dolayı, renkler ve ton geçişleri kayabilir, verdiğiniz emeğin veya binlerce lira vererek aldığınız son model lensin yapabileceklerini göremeyebilirsiniz. Diğer taraftan, sosyal medya paylaşımları sizi büyük kitlelere daha çabuk taşır. Başka bir varış noktası ise, benimde tercihim olan, fotoğrafın kağıda basılmasıdır. Eğer dijital fotoğraf çekiyorsanız, mutlaka renk kalibrasyonu yapılmış bir ekranda fotoğraf rötuşlarını yapmanız, baskıyı elinize aldığınızda doğru renk ve tonları elde etmenizi sağlar. Unutmayın ki kağıda baskıda satürasyon düşer ve kağıt önden aydınlatılan bir madde olduğu için (ekranlar arkadan aydınlatmadır) rötuş esnasında sizin en 1/3 durak parlaklık vermenize gereksinim duyar. Baskı esnasında yapmanız gereken bir başka tercih ise, fotoğrafınızı nasıl bir kağıda hangi boyda basacak olmanızdır. Dijital veya ıslak baskıda, genel olarak üç çeşit kağıt kullanılır; mat, yarı mat ve parlak. Her kağıt cinsi, her çeşit fotoğraf için uygun olmayabilir ancak genel olarak siyah beyaz fotoğrafların mat veya yarı mat, manzara fotoğraflarının ise parlak kağıda basılıyor olması tesadüf değildir. Parlak kağıtlar, mat kağıtlara göre daha kontrastlı ve daha satüre fotoğraflar gösterebilirken, mat kağıtlar daha dokulu ve duyulu fotoğraflar gösterebilir. Baskı boyutu, negatif boyutu ile doğru orantılıdır, yani negatifiniz ne kadar büyükse, kalite kaybı yaşamadan o kadar büyük baskı alabilirsiniz, dolayısı ile bu ana kadar vereceğiniz bir çok karar, son ürün olan baskı boyutu ve kalitesini de etkileyecektir.
 
Gelecek yazılarda, filmlerin anatomisi ve sonuca etkilerini, banyo kimyasallarının grene ve negatife olan etkilerini, negatiflerde kontrast kontrolü, çift filtre basım tekniği, siyah beyaz fotoğraflarda filtre kullanımı ve sonuçları gibi, pratik konuları örnekleri ile işlemeyi düşünüyorum. Ayrıca sizinde aklınıza bir konu gelirse, aşağıda yorum olarak bırakırsanız, o konu üzerinde de yazmayı isterim. Sağlıcakla kalın, görüşmek üzere.
Fatih AYOĞLU
İletişim: [email protected]