You are currently viewing Yine Geldi “Ağustos”
Fotoğraf: İlker Şimşekcan

Yine Geldi “Ağustos”

Merih Akoğul İle Söyleşi

1)“Aylardan Ağustos’tu. Şiir, en büyük salgınımdı benim.” diyorsunuz. “Ağustos”un yolculuğu nasıl başladı?

Pandemi sürecinde kapanma sırasında, odamın arka balkonuna kendimi inzivaya çekmemle başladı. Bir tecrit haliydi. Bu dünyadan ve yaşadığımız her türlü tuhaflıklardan kopmam gerektiğine karar verdim. Zaten şiir yazıyordum. Kendimle, yazla ve doğduğum ay Ağustos ile artık yüzleşmem gerekiyordu. Zorunlu gereksinimler dışında balkonu terk etmeden şiirimi yazdım. Çilemi böyle dolduracak, yaz güneşinin altında gölgelerin içine saklanmış her şeye yeniden bakacaktım. Bütün hayatımı, çocukluğumdan günümüze kadar yaşadıklarımın bir özetini çıkartacaktım. Benim için inanılmaz bir deneyim, adeta bir psikanaliz süreci oldu. Balkonda sadece anılar, sözcükler ve üzerimde de bembeyaz bulutlar vardı. Kısacası; içime baktım ve yazdım.

2) Yazmakla iç içe olduğunuz yaşamınızda fotoğraf da yer aldı. Sizlere fotoğrafa nasıl başladınız diye sormayacağım ancak farklı sanat disiplinlerinde de üretmenin fotoğrafa yansıması nasıl oldu?

Sözcüklerin de görüntülerin de kendine göre bir uzayı var. İkisinin birleştiği kavşaklar ve ayrıldığı yollar, farklı kapsama alanları ve biçimleri ilgimi çekiyor. Fotoromandan örnek vermek istiyorum: Orada fotoğraflara bakar diyalogları bir yere kadar tahmin edebilirsiniz ya da sadece alt yazıları okur ve zihninizden görüntüler oluşturursunuz. Fakat kastedileni bütünüyle anlayabilmeniz için iki ayrı disipline ait verilerin birleşmesi gerekir. Yani her sanatın kendine göre anlatım biçimi var. Bu birleşme, her iki alanda olmayan zihinsel ve algısal anlamda bir üçüncü yolun  varlığını da işaret edebilir. Bence sanat tam da bu alanda yeşeriyor.

Takdir edersiniz ki, bir çocuk, kağıt ve kaleme, bir fotoğraf makinesinden daha önce sahip oluyor. Gerçi en azından bu bizim zamanımızda böyleydi. Kendime ait bir fotoğraf makinesine de 14 yaşında sahip oldum ve ondan sonra tüm hayatım fotoğrafın tatlı lanetiyle geçti. Lanet diyorum, çünkü dünyaya bir fotoğraf makinesinin vizöründen bakmaya başladığınızda iflah olmaz bir şekilde görme biçiminiz değişir, bundan sonra hiçbir şeyi çıplak gözle algılayamazsınız. Her şeye bir fotoğrafmış gibi bakarsınız.

İlkokuldan bu yana da kesintisiz şiir yazıyorum. Yazının ve fotoğrafın hazzı birleştiğinde bir dönemine tanıklık etmekte olduğum dünyayı sanki daha iyi algılıyorum gibi geliyor bana.

Şimdi elde cep telefonları var. Tuşlara basıyor ve her şeyi yazıyorsunuz. Fotoğraf makineniz de elinizin altında. Çocuklar iki-üç yaşlarında oyun oynayarak bu alana geçiş yapıyorlar. Ama sanılanın aksine gerçek anlamda ne fotoğrafçı ne de yazar sayısını artırdı bu aletler. Kağıt-kalem ayrı, fotoğraf makinesi işlev olarak ayrı malzemeler. İki dalın da büyüleyici yanları, insan ruhuna hitap eden farklı özellikleri var. Tabi ki bu pratik önce edebiyat okuyarak ve fotoğraflara bakarak sonra da bu alanlarda ilk ürkek denemeleri yapmakla başlıyor. Öylesine güzel örneklere rastlıyorsunuz ki, sizin de şansınızı denememeniz imkânsız.

3) Dünya fotoğraf tarihine baktığımızda edebiyatın fotoğrafla olan ilişkisine dair birçok söz söylendi. Kimi fotoğraf sanatçıları fotoğrafın sadece fotoğraf olarak izleyiciyle buluşması gerektiğini dile getirirken kimisi ise fotoğrafla birlikte edebi metnin oluşturulmasının fotoğraf izleyicisi üzerinde daha güçlü etkisi olduğunu söyledi. Peki, siz ne diyorsunuz?

Rahmetli Sabit Kalfagil Hocamız, fotoğrafların üzerine hiçbir şekilde konuşulmaması gerektiğinden söz ederdi. Böyle olunca görüntünün insana verdiği izlenim sapmaya uğramazdı. Belki de doğrusu bu, insan görsel bir yapıtla anlamsal düzlemde sözcükler üzerinden hesaplaşmaya girmemeli. Ama bu durum bende başından beri farklı bir yol izledi. İnsan önce bir fotoğrafa nasıl çekilmiş sorusuyla yaklaşıyor. Teknik konu çözülünce sorun bitiyor. Fakat ben her bir fotoğrafa baktığımda neden bu fotoğraf çekilmiş diye düşünürüm. Beni bu şekilde etkilemesinin dil bağlamında nedenselliğini anlamaya çalışırım. Kendi adıma anlayamadığım hiçbir şeyi sevemedim. Sanat yapıtı beyinden çok kalbe, insan ruhuna hitap eder. Ağzımız tat almıyor mu da lokanta eleştirileri okuyoruz? Gördüğümüz filmi kavrayamıyor muyuz; neden ısrarla takip ettiğimiz film eleştirmenleri var o zaman.

Sözcükler anlaşmanın zeminidirler. Duyularımızla algıladığımız her şeyi sözcüklere çevirir, paydalarını eşitleriz. Ben fotoğraf üzerine konuşmayı, aynı zamanda da insanların fotoğraflar üzerindeki yorumlarını dinlemeyi severim. Felsefe, estetik, sanat tarihi, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve resim sanatının bilgileri ile birleşen düşünce, fotoğrafların daha iyi kavranmasını sağlıyor. Sonrası da yazma eylemi. Bu konularla fazladan ilgileniyorsanız düşüncenizi daha geniş kitlelerle paylaşmak için yazacaksınız. 25 senedir üniversitelerde eğitim vermemin -ki verdiğim ders, “Fotoğraf Okuma” dersidir, ilk kez Marmara Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde benim önerimle kıymetli hocamız Güler Ertan tarafından programa alınmıştır- nedeni de farkında olduğum bazı noktaların başkalarına da faydalı olma ihtimalidir. Tekrar yazı konusuna gelirsek; her şey geçer yazılmış olan kalır. Kısacası metin, bir kültür oluşturmanın ve onu geleceğe taşımanın temel prensibidir.

4) Son zamanlarda özellikle 2000’li yıllar içerisinde gelişen fotoğrafa baktığınızda yazı ile fotoğrafın birlikteliğine dair sizin gözlemlerinizi merak ediyorum.

Yazı hep vardı ve var olacak. Kim ne kadar araştırır ve o konu hakkında derinlemesine bilgiye sahip olursa o kadar ileriye gidecektir. Gençlerde internet bağımlılığı yazıyı yok ettiği için ciddi sorunlar var ama bir yandan da 2000’li yıllardan itibaren özelikle yayınlanan kuramsal fotoğraf kitapları aracılığıyla yazıya olan ilgi arttı. Fotoğraf, dünyanın en hızlı sanatı olup saniyenin küçük bir kesitinde çekilmesine rağmen üzerine çok fikir yürütülüyor. Ünlü fotoğrafçılar ve teorisyenler fotoğraf sanatı üzerine düşüncelerini biyografi ya da anı kitaplarıyla güzel bir biçimde belirtiyorlar. O yazılardan fotoğraf görüşleri hakkında çok şey öğrenip daha doğru değerlendirmelerde bulunuyoruz. Özellikle belge çıkışlı fotoğrafta -studium olarak adlandırdığımız- bilgiye daha fazla ihtiyacımız var.

Fotoğraf kuramı ile ilgilenenler de çok arttı bu dönemde. Fotoğrafçı olup bu kitapları okuyanların fotoğraflarında düşünce, kuralsız kaidesiz “karakucak” girenlere göre çok daha başarılı bir biçimde görünüyor. Dolaşımda olan fotoğraflara baktığımızda, kimin fotoğraf üzerine okumalar yaptığı, kimin fotoğraf tarihini araştırdığı açıklıkla görülebiliyor. Artık “Makine çekti, oldu-bitti” dönemi çok gerilerde kaldı. Son yıllarda özellikle ülkemizde Espas Kuram Sanat Yayınları’nın yayınladığı kuramsal kitaplara baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Halik Çobanoğlu’nun 2.000 adet basılan ve şu an tükenmiş olan “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz” kitabı bunun en güzel örneğidir. Hatta önerim şu fotoğraf sanatı ve kuramı üzerine okumak için ille de fotoğrafçı olmak gerekmiyor. Roman ya da şiir okur gibi okumak lazım. Sanat kuramı okumak, hem düşüncemizi geliştirmemiz hem de dünyayı daha iyi kavramamız konusunda bize önemli ip uçları verecektir.

Fotoğraf: İlker Şimşekcan

5) “Ağustos” adlı şiir kitabınızın ardından hem fotoğrafa hem de edebiyata dair yeni çalışmalarınıza başladınız mı? Okurlarınızı ve izleyicilerinizi bekleyen yeni çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Ağustos, uzun bir süredir yazmakta olduğum şiir kitabının tam ortasından çekilip alınmış bir kitaptır. Öncesi ve sonrası yeni kitabımda görülecek. Yoğun çalışmalarım sürüyor. Benim hayat felsefem boş durmaksızın sürekli çalışma üzerine kurulu. Bu sürede üç ayrı kitaba editörlük yaptım. Fotoğraf sergim vardı ama pandemi nedeniyle iptal oldu. Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Serisi devam ediyor. Geçen yıl Lütfi Özkök kitabı yaptık, 2021’nin kitabı ise ülkemizin önemli fotoğrafçılarından Yusuf Tuvi için hazırlanıyor. O da Aralık ayında dağıtıma girecek.

Çeşitli dergilerde fotoğraf, edebiyat, müzik, yemek kültürü üzerine yazılarım çıkıyor. Her ay İFSAK Blog’a büyük bir keyifle fotoğraf yazıları yazıyorum. Önümüzdeki sene de küratörlüğünü yapacağım bir retrospektif sergi için çalışıyorum. Çeşitli sanatçı kitapları için de küratör ve editör olarak işler elimde. Böyle gidiyor işte.

Teşekkür ederim.

Nazlı Yıldırım

Ankara’da doğdu. İstanbul Üniversitesinde okudu. Yunanistan, Belçika ve Türkiye’de çeşitli dergilerde yer aldı. Hayret adında bir fotoğraf fanzini çıkardı. Yazı ve fotoğraflarıyla ötekileştirilmiş insanlara aidiyet duygusu kazandırmanın peşinde, onarıcı ve yapıcı şeylerin gücünü gösterme arayışı içindedir. LGBTİ+’larla ilgili fotoğraf çalışmalarına devam ediyor.