Merhaba Değerli Aralık Mag. Okuyucuları…
İkinci yılımızı tamamlamaya doğru geçen bu süreçte, hayatın bazı gerçeklerini kulak arkası ettiğimizi fark ediyoruz. Karşımıza çıktığında dikkatimizi üzerine çeken, gözlerimiz dalıp gittiğinde adımızı bilmem kaçıncıya seslenmiş birinin olduğunu fark etmemiz gibi.
Yine bir öğle yemeği sonrası çayımı yudumlarken telefonum çaldı. Karşıdan gelen ses Fıçıcı İsmail amcanın vefat haberini duyduğunu söylüyordu. Doğru olmamasını ümit ederek hemen torunu Mehmet ustayı aradım. Bir şeyler duydum ama doğru değildir inşallah der demez “Maalesef doğru, bu sabah kaybettik.” yanıtını aldım.
Henüz Nisan ayında 5. Sayı konuğum olarak çalıştığım, sohbet ettiğim, ellerinden ıhlamurunu içtiğim, köyden ona gelen ekmeği “Senin de göz hakkın var.” diyerek kesmek için 15 dakika boyunca atölyede köşe bucak bıçak aradığımız İsmail amca Hakk’a yürümüştü. Maalesef kadim bir çınar daha hayata gözlerini yummuş oldu. Mesleğini devam ettirecek birini bırakarak aramızdan ayrılmasına rağmen adı “Fıçıcı İsmail” olarak yaşamaya devam edecek. Buradan Alkış Ailesi’ne, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum…
Bazen düşünüyorum da ilerleyen yaşlarına rağmen çalışmaktan hiç bıkmıyorlar. Şimdi maddi, manevi sebepleri tek tek saymayacağım tabii ama sonunda ortak bir noktada buluşuyorlar gibi.
Hayat son nefese kadar devam etmiyor mu? Acısıyla tatlısıyla her gün yeni bir başlangıç, yeni bir koşturmaca ile geçiyor. Yaşlarına rağmen mesleklerine olan sevgi ve saygıları, yapabildikleri bir meşgale arayışından çok onlara olan bağlılıklarından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Tıpkı vaktini yalnızca faydalı olabilmek amacıyla geçiren ve bir ağacı fıçıya dönüştüren Rahmetli İsmail amca gibi.
Dilerseniz yeni konumuza, doğrudan bir soruyla giriş yapalım.
“Bir ağaç neye yarar?”
Eminim soruyu tersten sorsaydım cevapları çok daha az olacaktı. Ağaç geçmişten günümüze hayatımızın her alanında bir şekilde kullanıldı. Bir düşünsenize: Kağıt oldu sevgiliye ayrılık, askere hasret, geleceğe umutlar gönderdik. Hayvanlara semer oldu ya da onlara bağladığımız bir yük aracı. Savaşlarda mızrak, ok olarak kullanmadık mı? Nazar değmesin diye camı eritti. Sirkeler, şaraplar yıllansın diye fıçı oldu. İnşa ettik: Kadırga, tekne, ev, han, otel oldu.
Bu sayımızda ise kulakların pasını silen, kültürel miraslarımızdan bağlamaya hammadde oluyor. Önceki sayılardan “Kopya mı çekiyorsun?” diyenleriniz oldu sanırım ama birçok şekilde kullandığımız ağaç ile tarihin yazılmaya başlandığı o günden bugüne sımsıkı bir bağımız var ve var olmaya devam edecek.
Sağdık SAĞLAM Kimdir?
Bir dönem tartışılan “Müzik ruhun gıdasıdır.” sözünü Socrates mi, Shakespeare mi söylemiş bilmiyorum ama 7. Sayı konuğum Sadık SAĞLAM damarlarında akan notaları kalbinde ilmek ilmek dokuduğu güfteleriyle tam bir aşık ve bir zanaatkar…
1954 Samsun Ladik doğumlu Sadık amcanın karşı koyamadığı bağlama hevesi zamanla bir sevdaya dönüşmüş. 70’li yıllarda bağlama çalmaya, 80’lerde de bağlama yapmaya başlamış. Mesleğe nasıl başladığını sorduğumda, ilk zamanlar telleri değiştirmek ve akort yapmak için ustasına gittiğini, zamanla akordu kendi kendine yapmaya başladığını söyledi. Sonrasında mesleğin temellerini, Adapazarı’nda yaklaşık iki yıl süreyle Trabzonlu Sabri UZUN’un yanında atmış. Ama iş ve okul aynı anda yürümemesi ve meslek aşkının ağır basmasıyla o dönem liseyi bırakmış. Neyse ki ilerleyen zamanlarda açıktan da olsa liseden mezun olmuş. Acemi ellerinde tıngırdatmaya çalıştığı bağlama sevdasının, yarım asrı devirmiş bir hayat hikayesine dönüşümü, ak düşen saçlarına rağmen bıkmadan usanmadan devam ediyor.
Tamamen eski usul, CNC torna vs. kullanmadan, Bursa’da sıfırdan bağlama yapan 1-2 ustadan sadece biri Sadık amca. Benim için farklı bir yerinin olması sadece el işçiliği değil, bu tabi ki çok mühim bir değer. Ama o bugüne kadar 3000’in üzerinde güfte yazmış ve yazmaya devam eden, Bursa Büyükşehir Belediyesinden konservatuvar eğitimini de almış bir Aşık Sadık amca.
Aklımda o kadar çok soru vardı ki başlarda hangisinden başlayacağımı bilemedim. Sonrasında, Sadık amcayla koyulaşan sohbet kendiliğinden akmaya başladı; yılların bağlama ustasının dilinden sözcükler bir bir döküldü.
Haydi başlayalım…
İlk dükkanını Amasya Suluova’da açmış ve on iki yıl boyunca sürdürmüş. Ta ki üniversite çağına gelen çocuklarını okutabilmek için inşaatlarda çalışmaya başlayana dek. Ayıp mıydı çalışmak? Değildi elbette. Bir on-on iki yıl daha böyle akmış gitmiş hayatından. Ama mesleğini hiç bırakmamış ve 2022’ye kısa bir süre kalan bu zamana kadar Bursa’da 15 yıldır mesleğini dur duraksız devam ettiriyor.
Bağlama ustası olsa da tar, keman, çello, kemençe gibi yaylı sazlar, klarnet ve davul gibi çalgılar da tamire getirenler de oluyor. En çok kızdığı şeylerden birine de yanındayken karşılaştım. Tamir için gelen bir bağlamada çatlaklar vardı ve Japon yapıştırıcısıyla doldurulmuştu. Haliyle göz nuru sazın bilinçsizce tamir edilmeye çalışılması onu biraz sinirlendirdi. “Bunu evladım yapsa sözümü sakınmam, ayıptır, günahtır.” demişti. Bu tür çatlak benzeri sorunlar için sadece dut talaşı tozunu dolgu malzemesi olarak kullandığını da öğrendim.
Sizi bilmem ama ben saz ve bağlamayı hep birbirine karıştırırdım. “Acaba sapı uzun olan mı kısa olan mı? Hangisi saz, hangisi bağlama?” diye düşünürdüm. Her zaman olduğu gibi işin içine girdikçe ben de yeni bir şeyler öğrenmeye, keşfetmeye devam ediyorum.
Şimdi merak ettiğim, mesleğin detaylarından biraz bahsedelim…
Kopyala-yapıştır şeklinde bilgi paylaşmaktansa, siz değerli okuyucularımızı sıkmadan anlatmaya çalışacağım. Tabi aranızda konuya hakim olanlar, hatta icra edenler de vardır. Eksikliğim olursa, siz benim cahilliğime verin olur mu?
Öncelikle şu karmaşadan kurtularak başlayayım. Sazın bağlama gibi telli çalgıların genel bir adı olduğunu öğrenmemle saz-bağlama karmaşasından hemen kurtuldum.
Boyutlarından bahsetmem gerekirse küçükten büyüğe en çok bilinenleri Cura, Çöğür, Divan ve Meydan bağlaması. Sadık amcanın dediğine göre “Meydan bağlamasını benim dükkanda çalsak içeride sesinden duramazsın.” demişti. Önceleri geniş ya da açık alanlarda sesin rahatça duyulması için genelde meydan bağlaması kullanılırmış.
Bir bağlama temelde 4 parçanın usta ellerde birleşmesiyle meydana geliyor. Bunlar tekne, göğüs, sap ve burguluk. Haydi o zaman tekneyle başlıyoruz.
Tekne, oyma ve yaprak olarak kendi içinde ikiye ayrılıyor. Adından da anlaşılacağı gibi bir oyma tekne, 6 aydan 6 yıla kadar bekletilmiş ağacın oyulmasıyla elde ediliyor.
Bekleme süreci sonunda, Fıçıcı İsmail amcadan görmediğim farklı bir detay öğrendim. Dinlendirilmiş olan ağaç tekne yapımına geçmeden önce de yaklaşık 1,5 ay tuzlu suda bekletiliyor. Buradaki amaç, ağacın öz suyundan ayrılmasını sağlamak. Böylece kuruma süreci sonunda nemden tamamen arınmış bir tekne elde ediliyor. Kuruma süresi yaklaşık 3 aya kadar uzayabiliyor. Bu süre hava şartlarına bağlı tabii.
Yaprak teknede ise ince kesilmiş ağaç dilimlerinin bir kalıba yerleştirilmesi, yapıştırıcı-baskı ve ısı kullanılarak bir araya getirilmesiyle imal edilmekte. Yaprak tekneyi, sıra sıra dizili bağlamalar arasından seçmek hiç zor değildir. Belli genişlikteki paralel dokuların bir tekneyi oluşturmasıyla elde edildiği için aralarından size “Ben buradayım!” der.
Teknelerde kullanılan ağaç türlerinin başında ardıç, dut ve kestane geliyor. İçlerinde en efdal olanı ardıç. Kestane kalitesiz demek değil elbette. Ancak bu sıralama ağaç kalitesinde ve fiyatında önemli bir rol oynuyor.
Göğüs, tekne üzerinde ses kapağı olarak kullanılmaktadır. Tellerin bağlandığı tel takozu ve alt eşik burada bulunur.
Sap kısmı, gövdeden farklı olarak genelde akgürgen ve kayın ağacından imal ediliyor. Parmakların üzerinde notalar için gezdiği perdeler burada bulunuyor.
Burguluk, tellerin üst eşikteki gerginliklerini ayarlayarak akort etmekte kullanılan burguların bulunduğu kısmıdır. Burguya kulak olarak da adlandırılmaktadır.
“Sadık” Bir Aşık…
Yazımda Sadık amcaya ait bir iki mısra ile yer vermek isterdim ama kendi isteği nedeniyle maalesef paylaşamıyorum. Aylardır yanına her uğradığımda bol bol sohbetler ettik. Çoğunda da gülümseten anılarımızdan bahsettik. Ne mutlu bana ki Sadık amcaya güven vermişim sanırım az da olsa. Kimseye okumadığı kendi el yazısından bana hediye ettiği güftelerinden birkaçını gözüm gibi saklayacağım. Yazdığı her mısra onun için çok değerli. Adeta duygularını aktardığı bir günlük gibi. Onları okuduğumda aslında sizinle bir empati kurmaya çalıştığı duygusuna da kapıldım. Karşısındakine duygularını öyle iyi iletiyor ki, ilk mısrasıyla beni bir sağ kroşe ile vurdu, sonra ikinci mısra sol kroşesiyle devirdi.
Bağlama çalmanın bir gönül işi olduğunu çokça söylerdi Sadık amca. Önce bağlama çalmayı bana da yavaş yavaş öğretmek istediğini söylediğinde ne diyeceğimi bilemedim. Becerebilir miyim? Ondan da emin değilim ama sonrasında bir bağlama da hediye edeceğini söylediğinde, ne yalan söyleyeyim? Bana verdiği güftelerine ilaveten ömürlük bir hatıra daha bırakmış oldu. Çok sevindim!
Bugüne kadar konuklarımı fotoğrafladıktan sonra bağı, iletişimi hiç koparmadım. Sadık amca da artık onlardan biri olarak hafızamda yerini almış oldu. Bu sayımızda siz değerli okuyucularımıza Sadık amcayı, onun zanaatı ve zanaatına olan aşkını derlemeye çalıştık. Bir sonraki sayımızda görüşünceye dek hoşça kalın, dostça kalın.
Sürçülisan ettikse affola…