Düşüncelerin de hayat gibi bir noktadan başlayıp evrilerek, değişerek ve bazen doğru bazen yanlış yerlerden geçerek ama asla kati ve değişmez kalıplara bürümeden sürekli canlı kalacağına ve bu canlılığın oluşturduğu düşünsel değişimin asıl değerli olan olduğuna inananlardanım. Naçizane fotoğraf ile ilgili okumalarım ve çıkarımlarım üzerine geçirdiğim düşünsel değişim doğrultusunda doğrusuyla-yanlışıyla “sesli düşünerek” kafamdakileri yazıya dökmek isterim. Bu düşünsel yolculukta sözlerim kati ve değişmez kalıplar ya da doğrular değildir. Bunlar sadece benim yolculuğumda bulunduğum duraktaki bir bakıştır ve yol ilerledikçe başka duraklar başka bakışları hatta şimdikilere tam zıt görüşleri getirebilir. Ama yine de düşüncenin her “an”da paylaşılması değerlidir.
Fotoğraf çekmek bir yolculuk ise neden bu yolculuğa çıkma isteği duyarız? Ya da daha açık bir ifadeyle “neden fotoğraf çekeriz?” Aslında bu soruya ilk akla geldiği şekilde “ölümlü insanın ölümsüz olma kaygısı”, “kendi varlığını fotoğrafları ile devem ettirme isteği” ya da “buradaydım, ben de yaşadım” söylemi şeklinde cevap verilebilir. Ancak bu bakış açısı tam olarak fotoğraf çekme isteğimizi yansıtır mı?
Genel anlamda bakıldığında fotoğraf çekme isteğinin anı dondurma ve kayıt altına alma düşüncesiyle yakından ilgili olduğu görülmektedir. Birçok ünlü fotoğrafçıya baktığımızda fotoğraf çekme isteklerinin altında anı dondurma isteğinin olduğu sezilebilir. Akıp giden zaman içeresinde o anı sabitleme isteği. Haluk Çobanoğlu, “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz” kitabında söyle bir anekdot aktarıyor bizlere; “Büyük bir Polaroid sevdalısı bir yönetmen olan Antonioni, yolda rastgele üç yaşlı adamın fotoğrafını çeker ve onlara hediye etmek ister. İçlerinden en yaşlı olan bu fotoğrafa bakıp onu yönetmene geri verirken zamanı niçin durdurmak istediğini sorar.” Buradan baktığımızda fotoğraf çekme isteğinin anı dondurmak isteği olarak karşımıza çıktığını görebiliriz. Peki neden anı dondurmayı isteriz? Bu durum daha çok insanın ölümlü olmasından ziyade anın akışkanlığının ve tekrarlanamazlığının önüne geçme isteği gibidir. John Berger, “Bir Fotoğrafı Anlamak” adlı kitabında; “…İnsansal bir seçime tanıklık ettiğini söylemiştim fotoğrafın. Bu seçim X ya da Y’yi fotoğraflamak arasında değil X anını ya da Y anını çekmek arasındadır.” demektedir. Buradan yola çıkarak fotoğrafın anı dondurma isteği sonrası bir de anlar arası seçim ile ilişkili olduğu söyleyebiliriz. Anlar arası seçim çok kişisel bir seçimdir. Neden X değil de Y anını seçtiğimiz bizim estetik algımızdan tutun da hayat görüşümüze kadar birçok kişisel bakış açımızdan kaynaklanmaktadır.
Ancak yine de bütün fotoğraf çekme isteklerini anı durdurma isteği çatısında toplayamayız. Oscar Gustave Rejlander gibi resimci (pictorialist) fotoğrafçıların anı durdurmaktan ziyade anları birleştirerek ya da an üzerinde farklı tekniklerle oynayarak resimsel çalışmalar ortaya koyduğunu görürüz. Diğer taraftan, hızı, dinamizmi ve yeni dönem makineleşmeyi önceleyen fütürist fotoğrafçılara baktığımızda da bir an kaygısı görmeyiz. Buradan bakınca aslında anı durdurma
isteğinin fotoğraf çekme nedenlerimizden sadece birini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Daha açık bir şekilde anı durdurma isteğinin yaygın ama herkesi kapsamayan bir bakış olduğu söylenebilir.
İster anı durdurma isteği ister resimsel bir yaklaşım, isterse fotoğraf aracılığı ile düşünsel dünyanın ya da kaygıların yansıtılması olsun bütün bunları insanın kafasında olanlar ya da insanın derdi olarak bir çatı altında toplayabiliriz. Peki insanın kafasında olanların illa düşünsel, sosyolojik ya da ideolojik olması gerekli mi? Gördüğümüz bir manzarayı estetik kaygı ile fotoğraflamak ya da mutlu anlarını aile albümleri için kaydetmek de insanın o an için kafasında olan derdidir diyebilir miyiz? Öz-çekimleri bile ben buradaydım derdi ile çekilmiş fotoğraflar olarak kabul edip aslında kaydedilen her karenin altında ne olursa olsun bir dert olduğunu söyleyebilir miyiz? Peki bunu kabul etmemek fotoğraf makinesinden elde edilen her karenin fotoğraf olarak değerlendirilmemesini doğurmaz mı? Bütün bu durumları ele alırsak, fotoğraf çekmeyi insanın kafasındakilerin fotoğraf makinesi aracılığı ile kendi estetik algısı dahilinde ortaya koyması olarak değerlendirebilir miyiz?
Sorulabilecek ve üzerinde düşünülecek çok fazla soru var. Ancak işin özüne indikçe her fotoğrafın öznelliği gibi fotoğrafa dair bütün soruların cevaplarının da öznel olduğu görülebilir. Aslında herkes fotoğraf yolculuğuna farklı farklı amaçlarla ve farklı tanımlarla başlar. Peki sizin cevaplarınız ve tanımlarınız nedir? Daha da önemlisi siz hangi sorularla yola çıktınız?