Bilsen ne çok bekledim seni… 30 senelik bir bekleyişti bu. Oruçlu birinin susuzluğundan kana kana su içmek için ezanı bekleyişi gibiydi seni beklemek. O ezan hiç okunmadı, ben de susuzluğumu hiç gideremedim.
Sinemaya gitmeyi çok severdin, ben de seni severdim. Sen filmi izlerdin, bense film boyunca seni… O film hiç bitmesin isterdim. Yüzünün film izlerken aldığı tüm mimikleri ezbere bilirdim… Çekinirdin yanımda otururken, arada salona göz gezdirirdin. Gizli saklı geldiğimiz sinemada bizi tanıdık kimseler görmesin isterdin.
En çok Sadri Alışık filmlerini severdin. Ben senin sevdiğin her şeyi severdim… Ama öyle böyle değil, bütün ömrümü verecek kadar çok severdim… Yalan da değil hani, seni beklemekle geçen ömrüm bunun en güzel ispatı değil mi? Öyle bir sevdim ki seni, dünyamı şaşırdım. Evleniriz gibi geldi bana. Evimiz yuvamız olur, ışığımız yanar sandım. Haddimi bilemedim… Ama sen aldın başını gittin, beni terk ettin. Hatırlıyorum, üstümüze yağmurlar yağıyordu, sonbaharın ilk ayıydı… Kaç mevsim bekledim seni, bir bilsen…
Ah, bir bilsen…
O günden sonra hiç haber alamadım senden… Belki bir gün bilmeden yolun düşerse diye küçük bir sinema salonu bile açtım, yıllardır Sadri Alışık filmlerinin dönüp durduğu… Ah be Müjgan, senin yolun buraya da hiç düşmedi ki…
Hiç gelmesen de ben burada bekleyeceğim… Beklememek, seni yok saymaktır çünkü… Oysa yaşamak, Müjgan gibi bir şeydir benim için; ölmek, Müjgan yok demektir…
Betül Canpolat