O beni sessizliğiyle çağırırken ben onu bırakıp merdivenlerin sonundaki eve ulaşmayı tercih ediyordum. Ayaklarıma kuru dikenler gibi batan o merdiveni ayaklarım kanaya kanaya çıkıyordum. O evin bahçesinde attığım her adımımda ondan biraz daha uzaklaşıyordum. Onu biraz daha unutuyordum.
Geriye baktığımda ise merdiven basamakları yerine uçurumun olduğunu gördüm. Uçurumdan atlayamazdım. Onun yerine evin önünde beni içeri almalarını bekliyordum. Hep alacaklarını söylüyorlardı ama kimse gelmiyordu. Kimse o kapıyı açmıyordu.
Evdekilere en son seslenişimde, artık hevesimin kırılmasına dayanamadım. O “5 numaralı evi” kapısından başlayarak yaktım. Evin yanışını günlerce hiçbir şey hissetmeden izledim. Evin külleri kaldığında ise uçurumdan atlamaya karar verdim. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı. Ne o çocuktan bir ses vardı ne de artık ev kalmıştı.
Arkamı döndüğümde aylarca uçurum olan merdivenin geri geldiğini, hatta kuru dikenler yerine güllerin açtığını gördüm.
Koşarak merdivenlerden indim. O çocuğa yaptığım her şeyden çok pişmandım.
Kendi içimdeki çocuğa, yaptığım şeylerden çok pişmandım…
Aslında o çocuk, insanların içindeki “çocuk” diye adlandırdığı, benim içimdeki çocuktu.
Merhabalar,
Yeni yazımda, içimizdeki varlığını sürdüren çocuğa dair kendi düşüncelerimi tasvir etmeye çalıştım. Umarım bunu biraz da olsa yapabilmişimdir.
Fotoğraf için sevgili İlker Şimşekcan’ a teşekkür ederim.
Umarım beğenirsiniz. Şimdiden herkese teşekkür ederim.
Sevgiyle kalın ve bol bol gülümsemeyi unutmayın.
Melek Doğan