You are currently viewing Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru

Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru

21. yüzyılın görsel bir kuşatma altında olduğumuz, tembelleştiğimiz, niteliğin nicelik ardında çoğunlukla geri planda kaldığı, baş döndürücü ve yer yer mide bulandırıcı bir dönem olduğunu düşünüyorum. Fotoğraf bağlamında belki de son ürüne ulaşmak bu kadar kolay olmamalıydı; ancak teknoloji denilen obur bir mekanizma. Fotoğraf bir yana, hayatın birçok alanında her geçen yıl değişen, küçülen ve içeriği gitgide kompleksleşen aygıtlar sunarak kendi oyununu biz insanlara dayatmakta gibi. Ya bizler bu oyunun neresindeyiz?

Akademi çevrelerince pek itibar görmemiş medya eleştirmeni ve düşünür Vilém Flusser, 1983 yılında yukarıda bahsettiğim bazı kavramların derinine inerken fotoğrafı ve fotoğrafçıyı alışılmamış noktalardan ele alıp nihayetinde bir fotoğraf eleştirisinin nasıl olması gerektiğinden bahsediyor. 

Espas Sanat Kuram | Fotoğraf Dizisi: 18, orijinal adı Für eine Philosophie der Fotografie olan ve Türkçe çevirisiyle Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru, bu yazımda kaynakça olarak aldığım ve sizlerle buluşturacağım kitap olacaktır. Kullandığım siyah-beyaz fotoğrafların tümü ise 2022 yılı içerisinde Lizbon’da objektifime yansıyan analog karelerden oluşmaktadır. 

Uyarı niteliğinde bir dipnot: Paragraflar arasındaki anlamsal sıçramalar bütün kitabı buraya aktaramadığım için kaçınılmazdı. Okurken zihinlerde soru işaretleri bırakan birçok nokta olabilir ve bu durumda kitaba başvurulması en doğru çözüm yolu olur.

“Metinler MÖ ikinci binyılda, belki mucitlerinin farkında bile olmadığı bir amaçla, resimleri sihirden arındırmak için icat edilmişti. Fotoğraf ise ilk teknik görüntü olarak 19. yüzyılda icat edildi ve metinleri yeniden sihirle doldurmaya yarıyordu, ama belki onun mucitleri de bunun bilincinde değillerdi. Yazının icadı kadar fotoğrafın icadı da tayin edici bir olaydır.”
sf.22

Flusser‘ın kitabın henüz ilk bölümlerinde fotoğrafı insanlık tarihinde böylesine bir kırılma noktası olarak ele alışı etkileyici olmakla birlikte kültürün ve dolayısıyla varoluşun kendi yapısını temelden değiştirme yetisinin olduğu varsayımını da destekliyor. Bahsedilen sihri ise mağara duvarındaki resimler gibi düşleyebiliriz; bir durum veya olayın anlatıldığı o görüntüler tek ve kesin anlamlı değil, yoruma açık eserlerdi. Yazara göre yazıyla birlikte bu sihir çözülmeye – deşifre olmaya – başlamış ve tarihsel bilinç şekillenmiştir. Ya tekrar günümüze döndüğümüzde görünen manzara neye benzemektedir?

“Tarihte hep metinler görüntüleri açıklamıştı, ama şimdi fotoğraf yazıyı görselleştiriyor… Gelecekte metinler tamamen görüntülere tabi olursa, okuma yazma bilmeme genel bir durum halini alabilir.”
sf.84-85

1983’te yayımlanan bu eserin günümüze tuttuğu aynayı olağanüstü buluyorum. Kullanımı bir çığ gibi büyüyen, sınırlı sürede sizi görsel yağmuruna tutan TikTok vb. uygulamalar veya gün geçtikçe azalan okuma oranları, “hap bilgi” şeklinde içerik üreten haber kanallarının geleneksel haber kaynaklarının yerini alışı sayısız örnekten birkaçı olarak gösterilebilir. Görüntü (tarih öncesi) ve teknik görüntü (tarih sonrası) kavramlarının üzerinde detaylıca duran Flusser, hemen ardından teknik görüntüleri oluşturan aygıtlara çeviriyor bakışını.

“Aygıtlar düşünmeyi sayı benzeri sembollerin yer aldığı bir kombinasyon oyunu tarzında simüle eden kara kutulardır; bunu yaparken düşünmeyi öyle mekanikleştirirler ki, zamanla insanlar bu işte ehil olmaktan çıkar ve giderek artan ölçüde işi aygıtlara bırakmak zorunda kalırlar.”
sf.42-43

Endüstri devrimi ve makineleşmenin günümüzde geldiği son nokta olan Artificial Intelligence yani yapay zekanın kullanılmadığı bir sektör kalmadı sayılır. Ancak bu kadar ileriye gitmeden durumu fotoğrafçılar tarafından ele aldığımızda, fotoğrafçının birer aygıt olan fotoğraf makinelerinin fonksiyonu veya programı elverdiğince özgür olduğunu görürüz. Yazara göre fotoğrafçı sahada bir engelle karşılaşıp yaklaşacağı nesneye karşı bir perspektif şüphesine düştüğünde meselenin mükemmel bakış açısını benimsemek değil, olabildiğince çok bakış açısını gerçekleştirmek olduğunu anlar. Fotoğrafçılık hareketi ideoloji düşmanıdır, yani mükemmel kabul edilen tek bir bakış açısında ısrar etmez. Haliyle karar anına yönelik seçimi niteliksel değil nicelikseldir ve bu da fotoğrafçılık pratiğinin bir programa bağlı oluşundan kaynaklanır. Flusser, fotoğrafçı için gerçeğin bu noktada bilginin anlamı değil salt bilgi olduğunun altını çizer.

“Dünyada siyah-beyaz durumlar mevcut olamaz, çünkü siyah ile beyaz sınır durumlarıdır, “ideal durumlardır’: Siyah, ışıktaki titreşimlerin tamamen namevcut, beyaz ise tüm titreşim öğelerinin tamamen mevcut olmasıdır. Siyah ve beyaz birer kavramdır, örneğin optik bilimine ait kavramlardır. Siyah-beyaz durumlar kuramsal oldukları için, dünyada gerçekten var olmaları mümkün değildir. Oysa siyah-beyaz fotoğraflar gerçekten vardır. Çünkü onlar optik kuramına ait kavramların görüntüleridir, yani bu kuramdan kaynaklanıp ortaya çıkmışlardır.”
sf.56

Siyah-beyaz fotoğrafların o farklı hissi belki de buradan kaynaklanmaktadır; kavramlar evreninin güzelliğinden. Flusser devam eder: Nitekim birçok fotoğrafçı, siyah-beyaz görüntüler fotoğrafçılığın asıl anlamı olan kavramlar dünyasını daha iyi açığa çıkardığı için, bunları renkli fotoğraflara tercih etmektedir. Kimya alanındaki gelişmeler sonrası renkleri de negatiflere yansıtabilmeyi başardığımız an aslında gerçekten biraz daha uzaklaşmışızdır da; çünkü bu programlama veya kodlama bakış açısına göre bir rengi olduğu gibi aktarabilmek (griye kıyasla) daha karmaşık bir kodlama sistemi gerektirir. Böylelikle siyah-beyaz bir fotoğraf aslında renkli bir fotoğrafa göre daha somut ve gerçekken, renkler ne kadar “gerçek” ise o kadar aldatıcıdır. İlginç değil mi?

“Öyleyse fotoğraf eleştirisinin fotoğrafçılığa yöneltmesi gereken soru şudur: Fotoğrafçı aygıt programını kendi amacına tabi kılmayı ne ölçüde başarabilmiş ve bunu hangi yöntemle yapmıştır? Ve tersine: Aygıt fotoğrafçının amacını ne ölçüde aygıt programının işine yarayacak yönde saptırabilmiş ve bunu hangi yöntemle yapmıştır? Bu kriter temel alındığında ‘en iyi’ fotoğraf, fotoğrafçının aygıt programı karşısında kendi insani amacı açısından üstünlük sağladığı, yani aygıtın amacını kendi insani amacına tabi kıldığı fotoğraftır. “
sf.63

Geçtiğimiz yüzyılın teknolojisine yani film fotoğrafçılığına bağlı kalarak dijital fotoğrafçılıkla ilgili amansız bir hızla ilerleyen dünyanın gelişmelerine yabancı kalan beni de düşündüren bu satırlar, yine de sıklıkla kendimi içinde bulduğum “amaç ve anlam” çevresinde dönen sorgulayışlarımı tekrar gün yüzüne çıkarmıştır. Eserlerimle daima yeni bir tarzda bakıp görerek böylece yeni ve bilgilendirici durumlar oluşturabiliyor muyum, kendimi ne denli şaşırtabiliyorum? Kullandığım aygıta ve kendime ne denli meydan okuyabiliyorum?

“Amatörce deklanşöre basıp duran birinin gerçek fotoğrafçıdan farkı, oyuncağının karmaşık yapısından keyif alıyor olmasıdır. Böyle biri fotoğrafçıların tersine yeni hamleler, bilgiler, beklenmedik şeyler aramaz; giderek mükemmelleşen otomasyon sayesinde kendi işlevinin giderek basitleşmesini ister. Fotoğraf makinesinin onun için kavranmaz olan otomasyonunu sarhoş edici bulur… Deklanşöre basıp duranlar ve dökumancılar ‘bilginin’ ne olduğunu anlamamıştır. Meydana getirdikleri şey bilgi değil aygıt hafızalarıdır ve bunu ne kadar iyi yaparlarsa, aygıtların insan karşısındaki zaferini o kadar kanıtlamış olurlar. “
sf.80-82

Bu satırlarda siz de fotoğrafa dair konuşacak tek şeyi ekipman olan figürlerin seslerini duyuyor musunuz? Yazarın aygıtlara yönelttiği bakışında insanın düşünme süreçlerinin ruhsuz, basitleştirilmiş taklitleri oluşundan dem vurduğu ve tam da bu yüzden insan kararlarını lüzumsuz ve işlevsiz kıldığı noktası beni kaygılandırıyor. Belki analog dünyasının verdiği estetik zevk dışında bundandır da eski metotlarla ağır ağır ilerleyişim, bahsi geçen otomasyona karşı bir duruş çabam. Sizce de özgürlük, oyunu aygıta karşı oynamak mıdır? Karşı durmanın başka ne tür yolları olabilir?

“Fotoğraf felsefesi, fotoğrafçılık pratiğini bilince çıkarmak için gereklidir. Ve bu bilinç de, söz konusu pratik sanayi-sonrası koşullarında bir özgürlük modeli sunduğu için gereklidir. Fotoğraf felsefesi otomatik, programlanmış ve programlayıcı aygıtlar dünyasında insan özgürlüğüne yer olmadığını ortaya koymalı ve sonra da buna rağmen özgürlüğe bir alan açmanın nasıl mümkün olacağını göstermelidir. Fotoğraf felsefesinin görevi, aygıtların hakimiyeti altındaki bir dünyada bu özgürlük -ve dolayısıyla anlamlılık- imkanı üzerinde düşünmektir; ölümün rastlantısal zorunluluğu karşısında insanın her şeye rağmen hayatına anlam vermesinin nasıl mümkün olduğunu ele almaktır. Böyle bir felsefe gerekli, çünkü artık bizim için yolu açık olan yegane devrim biçimi bu. “
sf.115

Efe ERSOY

@ef.ersoy

İletişim: [email protected]

Efe Ersoy

1993 Bursa doğumludur. 2011’de Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi ile başlayan öğrenim serüveni Lizbon, Portekiz’de devam etmektedir. Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunudur. 2017 yılından bu yana film fotoğrafçılığı ile yakından ilgilenmekte, kendini bir renk koleksiyoncusu olarak tanımlamaktadır. Fotoğrafçılık, yaşamında kendini arayışıyla paralel yönde gelişen; deneyim ve bilgiyle yoğruldukça da hayatına daha derinden nüfuz eden bir tutku halini almıştır. Başlıca portre, sokak, obje ve mimari fotoğrafçılık alanlarında üretmeye devam ederken nihai amacı zamana ve kendisine meydan okumak; dünyaya yönelttiği penceresinden görünen manzarayı arşivlemek ve paylaşmaktır.