You are currently viewing Konuşmamız Gereken Bir Mevzu Var: Nurra Yazıcı

Konuşmamız Gereken Bir Mevzu Var: Nurra Yazıcı

Konuşmamız Gereken Bir Mevzu Var bölümünün bu haftaki konuğu Nurra Yazıcı. 

Erhan Altan “(…) herkes canının istediğini anlıyor, içini istediği gibi dolduruyor.” der. Bu sözünü, yaşadığı dönemin eleştiri yetersizliğine ve eleştirmenlerin azlığından doğan boşluğu doldurmaya çalışan “kendini bilmezler”in sanata verdikleri zarara karşılık dile getirir. Bu zarardan pay alanlardan biri de bendim. Üniversite yıllarımda; çektiğim fotoğrafları, yazdığım şiirleri, öyküleri bir araya getirip dönemin isimlerine müracat ederdim ve onlardan “yol gösterme”lerini ve bu çalışmalarının yayımlanmasında alan açmalarını isterdim. Hepsi de bir şeylere takılır, ezberledikleri bir iki cümleyi söyleyip geri gönderirlerdi. Özellikle fotoğraf için söylemek istiyorum ki; en buhranlı anda çektiğim bir otoportre çalışmam vardı. O fotoğrafın baskısını almıştım. Sırt kısmından küçük bir daire şeklinde ateş ile yakmış, ortadaki alana yeni bir fotoğraf yerleştirmiştim. Kenarlıklarındaki ateş yanığı kalıntılarıyla yeni bir kompozisyon oluşturarak bir fotoğraf daha çekmiştim ve  benzer birkaç çalışma ile toparlayıp götürmüştüm. Önce üniversitenin fotoğraf kulüplerine, sosyal medyanın “havalara uçurduğu” isimlere, civardaki derneklere/atölyelere götürdüm. Kimisi dikkatlice baktı, kimisi ise garipseyerek “Sen önce bir ders al, bu işler eğitim alınmadan olmaz. Bizim atölyelerimize, derslerimize katıl.” dediler. Ben de söylenenleri dinledim. Sonuç ise tam Erhan Altan’ın dediği gibiydi. 

Belli bir yaşını aşmış insanların inadından, bilginin kibrinden geçilmeyen, altın oranlarına yerleştirilmiş “eskimiş” yüzler olmadığı için fotoğraftan saymayan, birkaç teknik denemesi ile kendi dünyasını açımlamaya çalışanlara “Sen önce bir bunları çek, ondan sonra,” diyen, kendisinden çok daha başarılı ve güçlü fotoğraflar gördüğünde sergilenmesine izin vermeyen, yerine kimsenin geçmesini istemeyen, isminin önüne “genç” bir fotoğrafçının gelmesinden rahatsız olanların bir araya geldiği “kalabalık”lara dönüştü ne yazık ki. Hâlâ da bu “inat” devam etmekte. 

Thomas Bernhard’ın çok sevdiğim bir sözü vardır. “Sokağa çıktığınızda bir şey yapmanıza gerek yoktur, sadece kulaklarınızı ve gözünü açıp yürümeniz yeterlidir. Kasıntı ve budalaysanız ya da bir şeyler çabalama peşindeyseniz, bunlardan hiçbir şey çıkmayacaktır. Hayatın içinde yaşıyorsanız, buna ek olarak başka bir şey yapmanıza gerek yoktur, her şey kendiliğinden içinize girecektir, yaptığınız işte de bir yansıması olacaktır.” Fotoğraf bütünüyle bireysel bir uğraştır. Demem odur ki, her fotoğrafçı kişisel bir görüntüdür. Bu yüzden sormak isterim; neden Nurra Yazıcı gibi yaratıcı fotoğraflar üreten isimleri sık sık göremiyoruz? 

Fotoğrafta teknik bilgiler elbette önemlidir. Ancak öğrendiğin bilgilerini nasıl yıktığın ve yıktığın yerde nasıl bir filizlenme oluşturduğundur sanatı öznel kılan. Nurra Yazıcı’nın “Leke” serisinden seçtiğim bu fotoğraf, tüm öğretileri yıkıyor. Farklı bir bakış açısının oluşabileceğine, farklı yüzeylerin tek bir katmanda buluşacağını ve yeni bir düşünce ile fotoğrafa dikkat çekecek boyutlar getirilebileceğini beyan eden bir fotoğraf var elimizde. 

Fotoğrafta uçan kuşlar ve bu kuşların arasında duran bir çift gölge var. Yüzlerini, bedensel detaylarını göremiyoruz. Hafif arkadan gelen bir ışık dalgası vardır ancak tadındadır. Fotoğrafki renk tonu ile gölge yüzeyiyle bir bütün oluşturarak bizlerin hayal gücümüzde bir imge yaratıyor. 

Nurra Yazıcı’nın diğer fotoğraflarına baktığınızda; gördüğünüz imgelemlerin hayatın içinde birikmiş detayların bir araya geldiği karelerinden oluşur. Bizlerin sıradanlaştırdığı görüntüler, Nurra Yazıcı’nın bakışında olağan hâle dönüşerek, düşünme ve fark etme payı verir. Her gün ekran başında gördüğümüz tıpkıbasım fotoğrafların artık “yozlaştırıcı-geriletici-sınır aşmayan” bir döngüye sıkıştırıp öylece bırakıyor. Fotoğrafın sınırsızlığına alan açan, izleyici ile ilişki kurabilen, yaratıcı fotoğraflar görmeliyiz daha çok. Michael Fried; fotoğraf, sanat kadar çok önemli ve üzerinde konuşulmalı, der. O hâlde, bizim de “inadı” bırakıp konuşmamızın vakti gelmedi mi? 

Nurra Yazıcı’nın portfolyo odasını ziyaret etmek isterseniz açık adresini de ekliyorum. Diğer çalışmalarını incelemek için şu adresi takip edebilirsiniz: www.nurrayazici.com 

Öneri Fotoğrafçılar;

Liu Bolin

Erwin Wurm 

Wolfgang Tillmans

Ed Templeton 

Nazlı Yıldırım

Ankara doğumlu olan Nazlı Yıldırım, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okudu. İlk olarak öğretmenlik yaptıktan sonra yayıncılık sektörüne editör olarak geçti. Makaleleri, Yunanistan, Belçika ve Türkiye’deki çeşitli dergilerde, gazetelerde ve çevrimiçi platformlarda yayımlandı. Fotoğrafçılık kariyerinde, ilk fotoğraf fanzini “Hayret”i yayımladı. 2019’da eserleri “1+1 Birlikte Güçlüyüz!” sergisinde yer aldı. İkinci fotoğraf fanzini 2021’de Fail Books işbirliğiyle yayımlandı. Nazlı Yıldırım’ın ilk fotoğraf kitabı “Seninle Başım Dertte” 2023’te Onagöre Yayınları tarafından yayımlandı. İlk romanı “Deli Bir Düştü Rosa!” Anima Yayınları etiketiyle okuyucusuyla buluştu. Sanatında kişisel deneyimlerinden yola çıkarak aidiyet ve ayrımcılık temalarını keşfetmektedir. Eserlerinde, sınıf, kültür, cinsiyet, cinsel kimlik ve aile dinamiklerinin toplumlar üzerindeki etkilerini belgeliyor. Özellikle cinsiyet, kültürel kimlik, ayrımcılık ve LGBTI+ topluluklarının deneyimlerine odaklanmaktadır. Şu an İrlanda’da sanatsal çalışmalarına devam etmektedir.