Nefesimsin diyordu sevdiği kadına… Çünkü nefesiyle çıkartıyordu o sihirli notaların seslerini trompetinden ve her canlı gibi hayatta kalabilmesi aslında nefes alıp vermesiydi. Trompetini bir daha çalamaması ise varlığını bu hayatta sürdürememesi demekti. Söz vermişti kendine; son nefesini bile notalarına üfleyecekti.
Birlikte müzik yaptığı grup arkadaşlarıyla ülke ülke gezip, o ülkelerin şehirlerine kendilerini ve müziklerini tanıtma fırsatı bulmuşlardı. Yolları İstanbul’a düştüğünde mevsim kıştı. Karların savrulduğu bir Aralık akşamı İstiklalde trompetini çalarken göz göze geldiler ilk defa James ve Arya…
Arya da müzik tutkunuydu. Keman çalıyordu, sesi de güzeldi. James’in trompetini üflerken çıkan gamzeleri Arya’nın çok sonraları yapacağı bir bestenin ilhamı olacaktı, daha ilk gördüğü an bunun hissi yerleşmişti içine.
Havanın soğukluğuna aldırmadan, yere düşen her bir kar tanesiyle dinledi o gün Arya, James ve arkadaşlarının tüm şarkılarını. Ruhunda hep bir yerlerde hüznü misafir etmeyi severdi Arya, yüzündeki hüzün öyle çok ilgisini çekmişti ki James’in, caddenin kalabalığında onca insan yüzüne rağmen farketmemesi imkansızdı. Çalan müziğin etkisinden midir yoksa karlı bir gecenin romantizminden mi bilinmez, ikisi de tuhaf bir şekilde büyülendiler birbirlerinden. İkisinin de içini ısıtan sımsıcak bir duygu yerleşti o anda, şehre yağan tüm karları eritebilecek sıcaklıkta…
Şarkı bittikten sonra Arya yaklaştı James’e:
— Trompetinizden çıkan sihirli sesler karşısında resmen büyülendim.
James’in gözleri parlıyordu. Öyle bir parıltı ki tüm şehri gecenin o karanlığında aydınlatabilecek ışıltıda… Teşekkür etti bir centilmen gibi önünde eğilerek, elini uzattı hiç zaman kaybetmeden.
*** Ben James. Beni dinlerken dikkatle izleyen bir çift gözden aldım ilhamımı bu gece.Nefesim kesilecek, trompetimi çalamayacağım diye de endişe ettim neyse ki her ikisi de beni mahçup etmediler
Dedi gülümseyerek.
— Memnun oldum Arya ben. Çaldığınız parçayı çok severim. “EMMANUEL”. Müzik bölümü öğrencisiyim, keman çalıyorum ben de.
*** Belki bir gün, bu şarkıyı birlikte çalarız. Güzel olmaz mı? Bence kesin çalmalıyız. Ve bizim bu şarkıyı birlikte çalabilmemiz için size ulaşabileceğim bir numaranın olması gerekiyor.
Diyerek Arya’nın sözünü kesiyor sabırsız, telaşlı, ikna edici bir ses tonuyla James.
Hayatın karşısına çıkardığı bu güzel şansı geri çevirmek istemiyor Arya. Tesadüflere inanmıyor. Hayatına giren her insanın ya da durumun kaderiyle bir bağı olduğuna inanıyor ve bu karşılaşmayı kendi kaderinde tecrübe etmek istiyordu.
— Çok isterim kemanımla trompetinize bu şarkıda eşlik etmeyi, diyor. Çantasından çıkarttığı küçük bir kağıt parçasına yazıyor numarasını, uzatıyor James’e. Bu gece dinlediği tüm şarkılar ve ayak üstü yapılmış bu değerli sohbet için teşekkür ediyor. Görüşmek üzere deyip oradan uzaklaşıyor. Kule dibine, evine doğru yürürken zihnindeki James’in okyanus mavisi gözleri eşlik ediyor Arya’ya.
James’te de durum çok farklı değil. Arya’nın telefon numarasının yazılı olduğu bir kağıt parçasıyla tutuyor otelinin yolunu. Penceresine kondurduğu güzel bir kule manzarası var Arya’nın izlemelere doyamadığı… Karşısında tüm heybetiyle duran Galata Kulesini başka türlü izliyor o akşam… Kahvesinden yudumlarken telefonuna gelen mesaj sesi bozuyor sessizliğini. Mesaj James’ten:
*** Kar ne güzel yağıyor öyle değil mi? Yarın sabah bu şehre yağan karları birlikte izlediğimiz bir kahvaltı masasında hayal ettim bizi. Lütfen bu hayalimi gerçekleştirmeme izin veriniz
Mesajı okuyan Arya’nın kalbine, yudumladığı kahveden daha sıcak bişeyler akıyor o anda…
— Bu güzel hayali nasıl geri çevirebilirim ki? Memnuniyetle.
Diye yanıtlıyor.
Saati ve mekanı kararlaştırdıktan sonra birbirlerine iyi geceler dileyip mesajlaşmayı sonlandırıyorlar. Arya o gece yatağına girdiğinde tarifsiz bir mutluluğun içindeydi. İnsan ilk kez gördüğü birine nasıl bu kadar yoğun duygular hissedebilir, nasıl bir anda aşık olabilirdi? Anlamaya çalışırken uykuya dalıyor. Sabah heyecanla kararlaştırdıkları yer ve zamanda buluşuyorlar. James’in hayalini gerçekleştirirken Arya, aslında kendi hayalinin içinde buluyor kendini… Saatlerce sohbet ediyorlar. Birbirlerini tanımak için paylaştıkları bu zaman, onlara çok eskiden beridir tanışıyorlarmış gibi tanıdık bir yakınlık hissettiriyor.
***İstanbul’a üçüncü gelişim. Ama ne tuhaf dün geceden beridir, yani seninle karşılaşmamızdan bu yana sanki ilk defa gelmişim hissine kapıldım. Şehir bambaşka görünüyor gözüme. Gözümün gördüğü tüm manzaralar, işittiğim her ses şekil değiştirdi son bir kaç saatte. Kar bile başka türlü yağıyor.
— Sen değişen seslerden, manzaralardan bahsediyorsun, ben dün gece trompetini çalan bu beyi gördüğüm, dinlediğim andan beridir bizzat kendim değiştim. Hayatım boyunca, şu anda hissettiğim gibi mutlu hissetmemiştim. Hiç bu kadar cesur olmamıştım. Hiç bu kadar korkmamıştım.
*** Korkmak mı?
— Evet korkmak. Çünkü ilk defa bir şeyleri kaybedebileceğim korkusu yerleşti içime.Mesleğin seni göçmen kuşlar gibi hep bir yerlere uçurmak zorunda. Buradaki süreniz dolunca sen ve arkadaşların müziğinizi de alıp gideceksiniz. Sana bağlanmak, alışmak… Sonra seni kaybetmek.
Dedi Arya. Koyu kahve gözlerinde hem mutluluk hem hüzün vardı.
*** Nereye konacağını bilemeyen bir göçmen kuşken; konacağım, tutunacağım dalımı bulmuşumdur, belki de arkadaşlarımla çıktığım yolculuk buraya kadardır.
Dedi James tüm inanmışlığı ve ikna etme çabasıyla. Bu açıklama Arya’nın yüreğini hafifletmişti. Sonunun nereye çıkacağını bilmedikleri yeni bir yolda birlikte yürümeye karar verdiler.
Arya okuldan arkadaşlarının sahne aldığı bir bara davet etti o akşam için James’i.
— Kemanım yanımda olacak sen de trompetinle gelirsen bu akşam “EMMANUEL” i çalarız belki?
*** Büyük bir zevkle küçük hanım,
diye karşılık verdi James. Her ikisinin de günün kalan kısmında yapılacak işleri vardı. Akşam görüşmek üzere ayrıldılar.
Gün batarken kar da etkisini kaybetmişti. Beyoğlunun ara sokaklarında küçük bir bara geldiler. Cuma gecesini eğlenceye ayıran kalabalık barda yerini almaya başlamıştı. Arya ve James sözleştikleri gibi enstrümanlarını yanlarında getirmişlerdi. Sahne öncesi selam vermek için yanlarına uğradı Arya’nın arkadaşları. Arya onları James’le tanıştırdı. Trompetini göstererek müzisyen kimliğinden bahsetti. Bu gece sahnelerini tek şarkılık ödünç almak istediklerini söyledi .Program başladı Arya ve James içkilerini yudumlarlarken oturdukları yerden şarkılara eşlik ettiler. Sıra onlara gelmişti, arkadaşları Arya ve James’i sahneye davet etti. İkisi de enstrümanlarını ilk kez ellerine alıyormuş gibiydiler. Arya’nın elleri titriyordu. James göz kırptı sakin olmasını söyler gibi. Hazırlıklarını yaptılar. Hangi tonda çalacaklarını kararlaştırdılar ve Arya kemanıyla girdi şarkıya. Kemanını çalarken Arya’yı hayranlıkla izleyen James;
*** Teşekkürler Tanrım,
Dedi. Ve şarkıya girme sırası James’e gelmişti. James’in trompetine üflediği nefes, Arya’nın kalbine aşk olup dolmuştu. Aralarındaki uyum ve enerji öyle güzeldi ki onları izleyen, dinleyen herkes büyülenmişti.
Birlikte geçirecekleri rüya gibi günlerin, gecelerin ilkini yaşamışlardı o gün.
James arkadaşlarıyla yaptığı müzik programlarından kalan zamanlarını Arya ile geçiriyordu hep. Arya da okuldan kalan zamanlarını. Artık arkadaşlarına çok zaman ayırmıyor olması biraz sitem konusu olsa da aldırmıyordu Arya. Mutluydu. Hem de hiç olmadığı kadar… James arkadaşlarıyla biten İstanbul Turnesinden sonra, yolun kalan kısmını onlarla devam ettirmedi. Arya’nın arkadaşlarının grubuna dahil oldu. Artık o da barda grubun trompetçisi olarak sahne alıyordu. Herşeyin bu kadar kusursuz olması Arya’yı korkutuyordu. Hergün birbirlerini daha iyi tanıyorlar tanıdıkça bağlanıyorlardı. Kısa bir süre sonra James Arya’nın yanına taşındı. Birlikte yemek yapıyorlar ,sofralar kuruyorlar, şarkılar besteliyorlardı. Film izleyip sarılarak uyudukları gecelerin sabahına birlikte uyanıyorlardı. James söz vermişti yaz sonuna doğru birlikte Londra’ya James’in ailesini ziyarete gideceklerdi.
Soğuk kış günlerinde başlayıp, içlerini ısıtan o sıcacık aşkın beşinci ayındaydılar.Arya’nın sınav haftasıydı. Evden erken çıkması gerekiyordu. Aceleyle bişeyler atıştırdıktan sonra James için de kahvaltı hazıladı, uyandığında hazır olsun diye.
“Bu sabah kahvaltıda yalnızsın sevgilim. Karnını iyi doyur Öğle yemeğinde yanında olacağım. Seni uyandırmaya kıyamadım, sen uyurken usulca aldım şans öpücüğümü. SENİ SEVİYORUM…” yazan bir not bıraktı fincanının kenarına.Söylediği gibi şans öpücüğünü de aldı James’i uyandırmadan. James sıcacıktı. İçindeki aşk kadar sıcak…
Göğsünde sol tarafta değişik bir ağrıyla uyandı o sabah James.çok önemsemedi. Mutfakta kendisi için hazırlanan kahvaltı masasını ve fincanının kenarına iliştirilmiş notu görünce gülümsedi. ”NEFESİM” dedi aşkla. Kendini çok şanslı hissetti. Kahvaltısını yaparken Londradaki ailesini aradı. Annesine İstanbul’un güzel olduğunu ama sevgilisinin İstanbul’dan da güzel olduğunu anlattı. Keyfi yerindeydi. Akşam barda programları vardı. Trompetiyle biraz çalışacaktı ama önce duşa girmek istedi. Duşta sabah uyanırken hissettiği o ağrıyı hissetti sol göğsünün üstünde. Duştan çıktı kendine bir kahve yaptı. Akşam çalacakları parçaların repertuarına göz gezdirdi. Sonra trompetini aldı eline. Arya hayatına girdiğinden beridir onun için bir ritüel haline gelmişti, çalmaya hep “EMMANUEL” ile başlıyordu. Pencerenin önünde perdenin arkasından gördüğü manzara eşliğinde üfledi trompetini. Nefesi biraz yorgun gibiydi. Şarkının ortalarına doğru kalbine saplanan müthiş bir ağrıyla kendini kötü hissetti. Masadan destek almak istedi. Trompetini masaya koyarken oracıkta olduğu yere düştü. Her şey o kadar kısa sürede olmuştu ki James ani bir kalp kriziyle, eli son nefesini üflediği trompetinin üstünde can verdi. Günlerden Cuma’ydı. Saat sabah 11 civarı.
Öğleden sonra saat 3 ‘ e geliyordu Arya eve geldiğinde. Önce zile bastı. James’in evde olduğu zamanlarda ona kapıyı açıp boynuna sarılması hoşuna gidiyordu Arya’nın. Kapı açılmadı. Okuldan eve gelirken James’i aramıştı telefonunu da açmamıştı. Çalıştığını ya da duşta olduğunu düşündü anahtarıyla açtı kapıyı.
— Sevgilim ben geldim.
Ses yok.
— James?
…
Arya salona girdi. Masanın üstündeki trompeti ve onun üstünde duran James’in elini gördü. Gülümsedi.
— İşte buldum seni.
— James? Şimdi de uyuyan prens mi oldun? Prensesin öpsün uyandırsın seni o halde.
Dedi ve öptü. James’in yanakları, dudakları buz gibiydi. James Arya’nın öpücüğüyle uyanmıyor, Arya’yı duymuyordu. Arya’nın çığlıklarını tüm şehir duyuyor James duymuyordu. Çığlıkları duyanlar yardıma koştular. James için ne yazık ki yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. Hayatının en büyük şokunu yaşamıştı Arya. Hayat hiç beklemediği bir anda öyle sert vurmuştu ki ona, James olmadan nasıl devam edecekti hiç bilmiyordu. James son nefesini verirken yalnızdı. Yanında olsaydı onu yaşatabilir miydi?
Londra’dan gelen ailesine teslim edilen James’in cenazesiyle vedalaştıktan sonra Arya, kendini güzel anılarının olduğu, aynı zamanda en sevdiğinin yitip gittiği evine kapattı. James’in trompetini kendi kemanıyla yan yana koydu. Hayat James ve Arya’yı ayırmıştı ama enstrümanlarını ayırmaya hiç niyeti yoktu. Sırf onları ayırmamak için bir daha eline almadı kemanını da.
Birlikte geçirdikleri beş aya o kadar çok anı sığdırmışlardı ki, zamanın yetmeyeceğini hissederlermiş gibi… Arya James’i çok özlüyordu. Mavi gözlerini, kokusunu, gülüşünü, ellerini, sesini… Sevdiği adam tüm bunları anılarda bırakıp gitmişti… Güzel günlerden kalan fotoğraflar, videolar bir damla su serpmiyordu yüreğindeki yangına… Haftalar geçmişti. Arya mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmıyor, ailesi ve dostlarıyla vakit geçirmiyor, kemanını eline almıyordu.
Son günlerde sabahları James’in trompet sesiyle uyanır olmuştu. Rüya değildi. Ses çok uzaklardan geliyordu ama çok gerçekti. Aklını kaçırdığını düşünmeye başladı. O gece yine her gece olduğu gibi James’in fotoğrafını aldı eline. Öptü, kokladı konuştu onunla.
“Sevgilim….
Yokluğunun verdiği acıyı sana nasıl tarif edebilirim bilmiyorum. O gün okuldan geldiğimde yaşadıklarımızın bir oyun olmasını öyle çok isterdim ki…Saklandığın yerde bulsaydım seni. Sen yine uyuyor gibi yapsaydın ama sonra ben öpünce uyansaydın. Sarılsaydın bana sıcacık olsaydı içim… Saklandığını düşündüğüm yerde buldum seni. Öpünce de uyanırsın sandım. Uyanmadın sevgilim. Sarıldım içim buz kesti… Gittiğin günden beridir üşüyorum… Son günlerde bizim şarkımızı çalıyorsun sabahları bana… Öyle uyanıyorum… Evin içinde seni arıyorum, bulamıyorum… Sensiz bir güne daha uyanmış olmanın acısıyla başlıyorum güne… Aklımı yitiriyorum sanırım sevgilim…! Her sabah bana o şarkıyı sen çalıyor olamazsın… Gaipten sesler duyuyorum… Trompetin ve kemanım hep yan yanalar… Onları hiç ayırmıyorum… Keşke şimdi fotoğrafın içinden bana cevap verebilseydin. Sabahları beni uyandıranın sen olduğunu söyleyebilseydin. Sensizlik beni çıldırtıyor sevgilim… Senin olmadığın bir geceye yatıyorum, sensiz bir sabaha daha uyanmak için…
İyi geceler sevgilim…”
Arya o gece de, James’in gittiği tüm gecelerde olduğu gibi; gözyaşlarının ıslattığı James’in yastığına sarılarak dalıyor uykuya. Tan yeli ağarırken yine aynı sesi duyarak uyanıyor uykusundan… Ve yine evin içinde James’i aramaya başlıyor… Salona geldiğinde gördüklerine inanamıyor…
Trompet kemanın yanında, her zaman durduğu yerde değil masanın üstünde, James’in son bıraktığı yerde duruyordu…
–
Betül CANPOLAT
İletişim: [email protected]