Merhaba Değerli Aralık Mag Okuyucuları.
Pandemi süreci hayatınıza neler kattı şeklinde bir soruyla karşılaşsaydım ilk cevabım kesinlikle Aralık Mag olurdu. Bu süre içerisinde hayatıma kattığım çok şey oldu. Tıpkı fotoğraf çekmeye başladığım dönemlerdeki gibi birçok insanla tanıştım, farklı konularda yeni şeyler öğrenmeye başladım ki biteceğini de hiç zannetmiyorum. Bununla birlikte, foto-röportaj kelimelerinin fiil haline getirilmesinin, yan yana yazılması kadar kolay olmadığını da öğretmiş oldu.
Günlük yaşantımızda az çok duyduğumuz, kimi zaman sakındığımız, bazen inanmadığımız, bazen de kamyon arkası sözlerini -Nazar etme ne olur, kredi çek senin de olur– gördüğümüzde tebessüm ettiğimiz nazara inanır mısınız? Yani karşınızdaki herhangi bir insanın, sadece size bakarak olumsuz etkilemesi mümkün mü?
Toplumumuzda, özellikle Doğu coğrafyasında nazar olarak, Batı’da ise negatif enerji olarak tanımlanıyor. Belli kimselerde bulunduğuna inanılan ve daha çok bu kişinin kıskançlık veya hayranlıkla baktığında, insanlara ya da nesnelere kötülük verdiğine inanılan bir durum olarak biliniyor.
Camla Ateşin Dansa Dönüştüğü Yer, Nazarköy…
Eski adı Savandağ Kurudere olan Nazarköy, İzmir’in Kemalpaşa ilçesine bağlı, yaklaşık 100 hanesi ve 350 civarı nüfusa sahip, Ege’nin en güzel köylerinden sadece biri. Önceleri tarımla da ön plana çıkan adı; ağırlıklı olarak kiraz bahçelerinin satılması ve tarımsal faaliyetlerin zamanla azalması gibi sebeplerden önemini yitirmeye başlamış. Buna rağmen yaklaşık 80 yıl boyunca yalnızca burada üretilen nazar boncukları, hem adını hem de Nazarköy’ün sakinlerini ayakta tutan yegane bir geçim kaynağı haline gelmiş. Dar sokaklarında evlerin aralarında bu isli ve dumanlı atölyeleri görmek hiç de zor değil.
Daha çok hafta sonları ziyaretçi akınına uğrayan Nazarköy, kendine has otantik havasıyla bizleri karşılıyor. Baktığınız her yerde yüzlerce çeşit boncuğu ve yine boncuklarla yapılmış süslemeleri köyün her yerinde görmek mümkün; köy sakinlerinin işlettiği dükkanlarda, boncuklarla bezenmiş çok yaşlı ağaçlarda, evlerin dış duvarlarında, kaldırımlarında, eşiklerinde, çerçevelerinde, merdivenlerinde… Hatta öyle ki üzerine bastığınız, elinizle dokunduğunuz her yer boncuk ve her yer Nazarköy.
Cüneyt usta daha 11 yaşında başladığı bu meslekte şu an 35’inde; babasının dedesinden, ondan da kendisinin devraldığı bu atölyenin üçüncü kuşak sahibi. Amcası Ramazan ve aile dostları Akif usta atölyenin iki ihtiyar delikanlısı. Ve dayıoğlu Engin usta.
1942’den günümüze neredeyse teknolojik hiçbir araç gereç kullanmadan, güneşten önce güne başladıkları, sadece nasırlı ellerin çalıştığı ve terleriyle ıslattıkları giysileriyle hayata tutundukları tek yer burası. Çalıştıklarında yaktıkları fırının sıcaklığıyla, sonbahar- kış mevsimlerinde içeride “Ne kadar sıcak bir ortamda rahat çalışıyorsunuz” diyenlere bir de yazın gelmeleri için davet eden o gülen gözleriyle karşılayan, nazar boncuğunun usta ellerde aş ve ekmek oluşuna şahit oldum.
Az önce gülen gözlerden bahsettim ama bu kadar kısa bir şekilde bırakamayacağım. Dışarıdan bakıldığında her şey yolunda gibi görünse de aslında detaylara girdiğimde, yaşadıkları zorluklar karşısında ayakta kalma çabaları nedeniyle her birine ayrı ayrı saygı duydum.
Güne başlarken…
Sabah saat 5’te fırın yakılarak güne başlanıyor. Fırının içinde eritilecek camın olduğu pota, kızıl çamın çıralı yapısı yüzünden camda is lekesi olmaması için ısınma sürecinde sürekli siliniyor, ancak ortamdaki o güzel çam kokusunu kolay kolay unutmayacağım. Camın erimesi 900 derecede başlıyor ama gerek boncuk yapmak gerekse renk değiştirmek için en az 1100 derece sıcaklığa ulaşınca saatler yaklaşık 8’i gösteriyor. Daha önce gitmediyseniz boncuk yaparken kullandıkları araç gereçlerin sesleri çalışmaya başladıklarının kanıtı oluyor adeta. Atölyenin yakınlarından geçtiğinizde, sanki kendi kendine mırıldanıyor gibi bir his veriyor. En az sesi çıkaran da nazar boncuğunun göz kısmını yerleştirmek için kullanılan civa çelik olarak bilinen demirden gelen ses olmalı.
Sonraki siparişlerinde kullanacakları camların rengini de gün içinde hazırlamaları gerekiyor elbet. Merkete demiriyle potaya eritilmek istenen cam bırakılıyor. Ardından, çanak karıştırma olarak bilinen işlem başlıyor. 45 dakikaya yakın bir süre fırının içindeki cama renginin homojen olarak dağılması için çok ciddi efor sarf edilen bu işlem, her renk değişikliğinde tekrarlanıyor. Küçük numuneler alınarak hem camın renk kontrolü hem de yakılacak bir sigaranın ateşi sağlanmış oluyor.
Rengi tutmuş cam (Afe), yankecek demiriyle fırından kaldırarak dışarı çıkartılır ve afe demiriyle, yankecekten sıyrılarak zeminde soğumaya bırakılır.
Boncuğun farklı renklerde olması, bazen kullandıkları maddelerle bazen de satın alabildikleri hazır renkli camların karışımıyla elde ediliyor. Örneğin; bakır oksit ile mavi rengi verirken, kobalt ile de mor rengi elde ediyorlar. Opak beyaz camı bulamadıklarında ise bir alışveriş merkezinden alınan tabaklar devreye giriyor.
Dikenli yollar…
Maliyetlerle baş edebilmek de gerçekten çok zor. Dövizle gelen kobalt fiyatındaki artış, haftalık alınan yakacak odun masrafları, cama ulaşmak için harcadıkları emek de cabası. Çünkü fabrikalardaki geri dönüşüm sistemlerinin yaygınlaşması ve hurda sayılan camların ise sadece hurda ruhsatı olan işletmelerden almak zorunda bırakılmasıyla birlikte, zaten bulmakta zorlandıkları cama ulaşmaları fiyat olarak da ekstra bir yük getirmiş oluyor. Ruhsatı siz alamıyor musunuz sorusunu sordum elbet. Halihazırda hurdacılık yapmadan cam fabrikalarından almalarının ne yazık ki başka bir yolu yok. Maliyetler bu kadar mı peki? Maalesef hayır. Ustaların günlük yevmiyeleri, sigorta giderleri, cam nakliye ücretleri ve aklınıza gelebilecek daha birçok şey…
Diyelim ki şu ana kadar terazinin bir kefesine olumlu olan her şeyi, diğerinde de kalan olumsuzlukları karşılıklı olarak tartmaya çalıştık. Giderek ağırlık farkının arttığını ve şu andan sonra kefenin hangi tarafının daha ağır basacağını tahmin edebildiniz mi?
Sağlığınız yerindeyse eğer iyi ya da kötü her şeyi düşünebilir, sevinip üzülebilir, ağlayıp kahkaha da atabilirsiniz. Peki ya tam tersi bir durumda? Her şeyin başı sağlık demiş büyüklerimiz ama bu ekmek teknesinin de meslek hastalıkları var elbet. Nazarköy’lü ustalarımızın kronikleşen katarakt rahatsızlıkları, 1100 derecenin üzerindeki fırın ağzında boncuk işlemekten kaynaklanıyor ve her geçen sene artarak devam ediyor. Bu meslekte göz probleminiz başlamadıysa henüz çırak sayılırsınız desem yalan olmaz.
En kötüsü en sona kaldı ama üzerinde uzun uzun açıklama yapmayacağım. Mesleğin insan üzerinde bıraktığı en büyük maraz akciğer kanseri. Maalesef bu oran ölüm nedenlerinin neredeyse tamamını oluşturuyor. Civa çelik demirinde tamamlanmış, adı boncuk olan bir cam parçasında bile is bırakabilirken, zamanla insan bedeninde başka neler bırakmaz ki.