Konuşmamız Gereken Bir Mevzu Var bölümünün bu haftaki konuğu Mustafa Yıldırım.
Edward Weston’un hayatını okumaya başladım. Edward’ın hayatında dikkatimi çeken bir dönemi var.
Hayatından 11 yılını alan o uğraş/çabalama dönemi… 11 yıllık süreçte fotoğraflarını yayımlatabilmek için gayret eder. Ancak karşılığını alamaz. 11 yıl boyunca tuttuğu fotoğraf günlüğünde; umutsuzluğundan, başarısızlığından, fotoğrafa dair fikir ve düşüncelerinden bahseder. Fotoğraf çekerken neler hissettiğini, hayal kırıklıklarını, fotoğrafını çektiği insanlar hakkında neler hissettiğini, neden o insanları özellikle çekmek istediğinin nedenlerini tüm dürüstlüğüyle günlüğünde anlatır. 11 yıl boyunca zaman zaman fotoğraflarını ve negatiflerini yakar. Hiçbir işe yaramadığını, asla başaramayacağını düşünerek.
Fotoğraflarının teknik yönden zayıf olduğunu vurgulayan dönemin önde gelen isimleri Edward’ın fotoğraflarıyla ilgilenmezler. Ancak Edward için iyi bir fotoğrafın öznesinde ruhu ve hissi olması gerektiğini savunur ve tekniğin önemsiz olduğunu yineler. Bu yüzden hayatı boyunca duyguları ve yaşadığı anlar üzerine yoğunlaşır. Günlüğünün bir sayfasında şöyle bir sözü vardır. “Fotoğraf, kendimin inşasıdır.”
Edward Weston “teknik” önemli değil derken tam olarak ne demek istiyor? Ya da biz neden bir fotoğrafta “tekniksel kusur” aramanın peşine düşüyoruz? Edward 11 yıl boyunca teknik bilgisini geliştirmek için evinde kurduğu karanlık odasından hiç çıkmaz. Yerel fotoğraf dergilerine fotoğraflarını gönderdiğinde “teknik bilgisinin eksik olduğunu, fotoğraflarındaki bilmem hangi tekniğini iyi kullanamadığı için mutlaka eğitim alması” gerektiğini söyleyen bir yanıt alması üzerine önce sanat okuluna gider -sadece 6 ay tahammül edebilir- ardından evini karanlık odaya çevirip tam 11 yılını geçirir. Bu süreçte tanesi 1 dolara fotoğraflarından kartpostallar yaparak satmaya çalışır. Uzun baskı uğraşlarından sonra tüm baskıları elinde kalıp satamayınca öfkeyle hepsini bahçeye fırlatır ve yakmak için hazırlanırken o esnada geçen bir başka fotoğrafçı ile karşılaşmasıyla hayatı -saniyesiyle- değişir. Bundan sonrası hepimizin ezbere bildiği süreç başlar. Hepimizin az çok bildiği o yoldan Edward da geçer…
Neden Edward Weston’u anlatmak istedim. Özellikle bu tesadüfi karşılaşmayı. Bazen bir karşılaşma birçok kapı açabilir. Tıpkı Mustafa Yıldırım‘ın “Aralık’tan Eylül‘e” isimle fotoğrafıyla karşılaştığım gibi. Analog bir çekim siyah beyaz fotoğrafında aracın içerisindeki kadının yüz ifadesindeki duygu karışıklığını seyrediyoruz. Bu fotoğrafa baktığınızda teknik olarak birçok şey söyleyebilir, şikâyet edebilirsiniz. Ancak cam aralığından içeri süzülerek kadının yerine geçebiliyor ve o an hayatınızı değiştirebilecek -bir an- ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Bu fotoğrafın hissi ve hareket eden bir ruhu var. Tıpkı Edward Weston’un fotoğraflarında hissettiğim o “canlı ruh”lardan birini bu fotoğrafta da yakalıyorum. Detaylarında grenlerin olduğu, siyah ve beyazın tonlarının yerinde kullanıldığı, çekim açısı olarak doğru yakalandığı bir fotoğraf.
Mustafa Yıldırım çekimlerini özellikle analog ile yaparak farklı filmler deneyerek keşif yolculuğunu sürdürür. Diğer çalışmalarını da incelediğimde vurgusu, hissiyatı kuvvetli fotoğraflarla karşılaştım. Ancak aracın içerisindeki bu kadının o an ne ile yüzleştiğini ve hayatındaki değişiminin ne tür olabileceğinin merakıyla yarım bırakılmış camdan içeri geçip yan yolcu koltuğuna oturuyorsunuz.
Mustafa Yıldırım’ın portfolyo odasını ziyaret etmek isterseniz açık adresini de ekliyorum.
Öneri fotoğrafçılar;