Topluma uyumlu resmin içine yerleşen suskun delileriz, bir diğer taraftaki suskun normalleriz biz.
Kaçış yok… Çoğunluk ne diyorsa O’yuz biz…
Görünenin yanıltıcılığı, gerçekliğin kırılgan yapısı, anahtar deliğinden baktığımız evren, sorguladıkça açılan kapılar…
Kapıyı sonuna kadar açacak mısın yoksa anahtar deliğinden bakmaya devam mı edeceksin?
Bu soruların cevaplarına bizi dar alandan bakmaya iten ve gerçekliği illüzyona teslim eden “toplum içinde yaşamak” kavramı üzerinden bakabiliriz.
İlk insanlardan biri olduğumu hayal ediyorum. Bir kayanın üzerinde oturuyorum. Birden yağmur yağıyor. Göklerden gelen ve kontrolüm dışında olan bu olay yüzünden korkup hızla kaçıyorum. Kaçarken kendimi bir şeyin altında buluyorum. Yağmur beni etkilemiyor. “Demek ki,” diyorum, “eğer kendim için üstü kapalı bir yer yaparsam artık ıslanmayacağım. Basit bir tesadüfle devasa şehirlerin ve metropollerin temelini atıyorum. Başka insanlarla tanışıyorum. Komün halinde yaşıyoruz. Herkes birbirine yardım ediyor ve kimse başka bir kimseden farklı değil.
Sonra biri çıkıyor ve şöyle diyor: “BURASI BENİM! SINIR ÇİZDİM VE KİMSE BU SINIRI İHLAL ETMEYECEK! BENİM KAZANCIM BENİMDİR. KİMSE ALMAYACAK! YAĞMURDAN KAÇTIĞINIZDA BENİM EVİME SIĞINMAYACAKSINIZ, AVLADIĞIM HAYVANLARLA BESLENMEYECEKSİNİZ!”
İlk çiti çeken adam bağımsızlığını ilan ettiğini düşünürken parmaklıklar ardına girmenin de temelini atmıştır. Ne kadar sınır çizilirse yaşamın o kadar sınırsızlığa özlem duyduğunu anladığında ise ülkeler çoktan kurulmuş, bayraklar çoktan asılmıştır. Fırlatıldığımız dünyada hangi topluma düştüysek sınırlarımızı çizen O’dur. İktidar ilişkileri ile sınırın ötesine geçmek isteyenler kontrol altına alınır. İnsanlar farkında olmadan benzer şekilde davranmaya, algılamaya ve görmeye başlar. Otoritenin belirlediği “normallik standartları” bunun dışında davrananları “anormal” olarak etiketler. Kategorize edilmiş bedenlerimiz, alnımızda görünmeyen etiketlerle boşlukta sallanıp durur.
Oysaki bu standartlar herhangi bir olgunun özüyle değil, çoğunluğa göre belirlenir. Delilerin çoğunlukta olduğu bir toplumda yaşıyor olsaydık “normal” olarak tabir edilenlerin “öteki” olduğunu kolayca benimsemeyeceğimizi kim söyleyebilir?
Michel Foucault’nun ‘’Deliliğin Tarihi’’ adlı eserinde ifade ettiği gibi: “Bu düzen kendine ancak negatifinin aynasında kimlik verebilmektedir.’’ Pozitif normaller negatif delilerle kendi varlığını tanımlar. Anahtar deliğinden bakıp “O zaten psikolojik tedavi görüyor”, “Ruh hastası!”, “Paranoyak!” der geri çekiliriz. Kapıyı açıp yüzleşmek yerine varoluşunu başkasının kabul görmeyen yönü üzerinden tanımlamak daha kolaydır çünkü. Kolay olan bizi yüceltir. Görevlerini yerine tam olarak getiren vatandaş, muhteşem bir ebeveyn ve sevgili olmakla zavallıca övünürüz. ‘’BURASI BENİM!’’ diyen ilk kişinin narsisizmi bulaşmıştır artık üstümüze. Temizlersek dışarıda kalırız.
Esra AKYOL
İletişim: [email protected]