You are currently viewing Sahne Arkası: Capa

Sahne Arkası: Capa

“Bana öyle geliyor ki Capa, kameranın soğuk, mekanik bir alet olmadığını kuşkusuz kanıtladı. Kamera, kalem misali, onu kullanan insanı yansıtır; aklın ve kalbin uzantısı olabilir.”

— John Steinbeck | Popular Photography, 1954

Fransa, 1948

Steinbeck ve Hemingway gibi büyük yazarların, günümüzde klasikler sınıfına alınmış kitaplarını kaleme aldığı o tozlu, kanlı ve karanlık yıllardan açıyoruz bahsi, aralıkmag yazarı İlknur Genç’in kaldığı yerden devam ederek; 1940’ların Avrupa mahşerinden, Nazi Almanya’sından, bilinen dünyanın en büyük savaşlarının yaşandığı zamanlardan… Hepsinin tam ortasında, tek silahı boynuna asılı Contax’ı olan cesur bir adamdan bahsediyor; Capa (Robert) ile devam ediyoruz Henri (Cartier Bresson) ile çıkılan yola.

Londra, 1943

“Süklüm püklüm ayağa kalktım, fasulyeleri üzerimden silkeledim ve ona bu savaşın benim açımdan yaşlanmakta olan bir aktrise benzediğini söyledim: Gitgide daha tehlikeli, gitgide daha az fotojenik.”

Hafif Flu (Espas Yayınları, 2020)

Savaş muhabiri olmanın ağırlığı ve yoğunluğu bir yana, iki elin parmaklarını geçmeyecek yıllar içerisinde İspanya İç Savaşı’nda faşistlere karşı durmak; Kuzey Afrika’ nın tank paletleriyle dümdüz edilmiş tepelerinde güneşe, susuzluğa ve düşman kurşunlarına maruz kalmak; Fransa’nın Omaha Kıyısı’nda deniz ve sis kendisini çevreler, yapayalnız kalır ve ölesiye korkarken yine de objektifi elinden düşürmemek; sırf meslektaşlarından önce hedefe varmak için daha önce hiç deneyimi olmamasına karşın bir savaş uçağından paraşütle düşman bölgesine atlamak, ve tüm bu olağanüstü yaşantının içinde, hemen üstteki fotoğrafta görünen üç yetimin belki de o yıllarda tek neşeli oldukları anı yakalayabilmek… Kim bilir Steinbeck, Capa’dan bahsederken elinde bu fotoğrafı tutuyor olabilir miydi?

Sicilya, 1943

“Zaferin fotoğraflarını çekmek, bir kilise nikâhını yeni evlilerin ayrılışından on dakika sonra çekmek gibidir.”

Hafif Flu (Espas Yayınları, 2020)

Capa’nın burada sizlerle paylaştığım fotoğrafları belki de onun en göz önünde olan eserlerinden değildir. Hatta sürekli cephede ve üstüne üstlük en ön saflarda yer almaktan bir an olsun geri durmamış olan Capa’nın o yıllardaki çalkantılı yaşantısına baktığımızda; ister istemez yalnızca piyade alaylarından, siper savaşlarından, general portrelerinden, tank, gemi ve uçak görüntülerinden oluşan fotoğraflar hayal edilebilir, ve tam da bu noktada yanılabiliriz. Capa, her daim koşar adım ilerler gibi görünürken bazen şanssızlıktan, bazen tesadüfi de olsa ardına bakmayı hiç ihmal etmemiştir. İşte böylesine geride kaldığı anlarda ortaya çıkan karelerine göz attığımızda; tüm o insanlık acısının arasında yine de nefes almaya çalışan umudu, gülüşleri, şakalaşmaları ve yaşama isteğini görebiliriz. Çünkü yaşam hiçbir zaman tek bir renkten oluşamaz; ne yalnızca beyazdır ne de siyah, ama bir bütündür ve Macar asıllı fotoğrafçı bu bağlamda, kapkaranlık bir odaya süzülen güçsüz ışığı bile en iyi şekilde yakalamayı bilmiştir.

“Savaş muhabirinin bahse koyacağı şey -hayatı- kendi ellerindedir, onu bu ya da şu ata oynayabilir ya da son anda tekrar cebine koyabilir.”

Hafif Flu (Espas Yayınları, 2020)

Her şeye rağmen savaş, acımasızdır. Capa, o yıllarda acıya en yakın açılardan maruz kalıp, onu fotoğraflayıp bunca uzun süre hayatta kalan sayılı fotoğrafçıdan biridir. Üniformasını her giyişinde bir kumar oynar, geri dönmek için de birçok sebebi vardır, ama hiçbir zaman o adımı atmaz; yanında bulunan askerlerle omuz omuza, bir asker olarak savaşmak ister; oysa kendisi ne Amerikalıdır, ne de objektifini bir kenara bırakabilir; kimse onu savaşmaya da zorlamıyordur; ancak o her zaman savaşın kalbinin attığı yerdedir. Tüm felaketlere karşın yetimlerin gülümsediği, bir savaş pilotunun burnunu uçak burnuna benzettiği, Sicilyalıların şarkılar söylediği, Fransız çiftçinin askerlere elma şırası ikram ettiği, bir hemşirenin askeri tutkuyla öptüğü, tank tepesinde burnunu karıştıran bir ufaklığın olduğu bir kare vardır. Belki de Capa, milyonlarca insanın yitirildiği zamanlarda olan biteni kaydetmenin yani sıra, insanoğluna insanlığı anlatmak istemiş; bazı duygulara ve görüntülere olan özlemini de fotoğraflarıyla aktararak neredeyse bir asır geçmişten bizlere yaşamın ne denli değerli olduğundan dem vurmuştur, kim bilir?

Normandiya, 1944
Fransa, 1944
Paris, 1944
Paris, 1944

Efe ERSOY

İletişim: [email protected]

Efe Ersoy

1993 Bursa doğumludur. 2011’de Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi ile başlayan öğrenim serüveni Lizbon, Portekiz’de devam etmektedir. Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunudur. 2017 yılından bu yana film fotoğrafçılığı ile yakından ilgilenmekte, kendini bir renk koleksiyoncusu olarak tanımlamaktadır. Fotoğrafçılık, yaşamında kendini arayışıyla paralel yönde gelişen; deneyim ve bilgiyle yoğruldukça da hayatına daha derinden nüfuz eden bir tutku halini almıştır. Başlıca portre, sokak, obje ve mimari fotoğrafçılık alanlarında üretmeye devam ederken nihai amacı zamana ve kendisine meydan okumak; dünyaya yönelttiği penceresinden görünen manzarayı arşivlemek ve paylaşmaktır.