1. 20. YÜZYILA VE FOTOĞRAFA KISA BİR BAKIŞ
20. yüzyılda savaş o zamana kadar hiç görülmemiş şekilde kendini göstermişti. Devletler kendi nüfuslarının büyük bir çoğunluğunu silah altına almış olmalarıyla yetinmemiş sömürgelerini de savaşa dahil etmişlerdi. Şimdi sizlere inanılmaz gelebilir ama dünyanın neredeyse her yerinde savaş hakimdi. Dört yıl süren I. Dünya Savaşı’nın ardından tüm dünyaya yayılan Büyük Bunalım dikdatörlere ve faşizme bir zemin yaratmıştı.
Her zaman olduğu gibi devletler savaşlar boyunca kendilerini haklı göstererek savaşı meşru kılmak adına propagandalara başvurmuşlardı. Fotoğraf bu propaganlarda önemli bir rol oynuyordu ve bu yüzden kendini göstererek tüm dünyaya yayıldı. İnsanlar dünyada neler olduğunu merak ediyorlardı ve bunu fotoğraflardan görüyorlardı. Savaşlar ve zaferler fotoğraf sayesinde evlerine, salonlarına, yemek masalarına kadar geliyordu. Evrensel ve anlaşılabilir bir dil olmasının etkisiyle dünyanın dört bir yanında yaşayan insanların bir nevi ihtiyacı haline gelmişti. Bu ihtiyacı karşılamak adına 20. yüzyılın ilk yarısında bir çok fotoğraf ajansı kuruldu.
“I. Dünya Savaşı sonrasi Almanya’sında kurulan Weimar Cumhuriyeti, Avrupa’da yaşanan kültürel ve sanatsal hareketler, teknolojide yaşanan ilerleme ve gelişmeler, gazete ve dergilerin günbegün artmakta olan trajları ve bu basın ortamının fotoğraf ve fotoğrafçılara artan talep sonucu iki yeni fotoğraf ajasına işlerlik kazandırmıştır. Bu ajanslar açılımı Deustscher Photodienst / Alman Fotoğraf Servisi olan Dephot ve Weltrundschou’dur.” (Erciyes, 2004, s.9)
II. Dünya Savaşı başlamadan önce nazi rejimindeki Almanya’da yeni bir savaşın ayak sesleri çoktan duyulmaya başlamıştı. Faşist diktatörlüklerin kurulduğu ülkelerden diğer Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya gitmeyi tercih eden bir çok bilim ve sanat insanı vardı. Dephot’tan ayrılarak Avrupa’nın diğer kentlerine ve Amerika’ya giden fotoğrafçılar yeni ajansların da fotoğraf temellerini oluşturdular. Black Star, Agence French Press, Reuters, Tass o dönemde kurulan ajanslardı.
Black Star, New York’un ortasında küçük bir Avrupa gibiydi. Avrupa’nın bir çok yerinden gelen önemli fotoğrafçılar bu ajansta bir arada çalışmaktaydı. Magnum kurucularından Robert Capa ve George Rodger da bu isimler arasındaydı. Black Star, o dönem kurulan ve sonraki yıllarda adından çokca bahsettiren Life dergisine oldukça önemli etkiler sağladı. İlerleyen yıllarda dünyanın en önemli dergilerinden biri haline gelen Life, Magnum fotoğrafçılarının eserlerine de bir çok kez yer verdi.
2. MAGNUM
2.1. BAŞKALDIRI VE MAGNUM AJANSININ DOĞUŞU
Magnum’un bugüne kadar ki birbirinden farklı yapılara ve karakterlere sahip üyelerini bir arada tutan neredeyse tek şey olan fotoğraf tutkusu, kurulduğu ilk günlerde de aynı şekildeydi. Kurucuları; oldukça konuşkan, maceracı Macar Robert Capa, entellektüel bir Fransız olan Henri-Cartier Bresson, utangaç, keyfine düşkün ve o zamanlar bir fotografçıdan beklenmeyecek kadar giyim tarzına dikkat eden Polonyalı David ‘Chim’ Seymour, sessiz, sakin kendi halinde bir İngiliz beyefendisi olan George Rodger’dı.
“Tek ortak noktaları fotoğrafçı olmalarıydı; fotoğraf mevzu bahis olmasa, başka gezegenlerden geldikleri kolayca söylenebilirdi.” (Miller, 1999, s. 24)
Magnum kurucuları dört isim olarak anılsa da asıl itici güç Robert Capa’dır. Asıl ismi Andre Friedmann olan Capa, 22 Ekim 1913’te üç cocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak Budapeşte’de dünyaya gelir. Russel Miller’in yazmış olduğu ‘Magnum: Efsanevi Fotoğraf Ajansının Hikayesi’ isimli kitabında ‘Capa and Capa — Uluslararası Fotoğraf Merkezi’ndeki fotoğraf sergisi kataloğu’ndan yapmış olduğu alıntıya göre küçük kardeşi Cornell Capa, Robert Capa’yı şöyle anlatmakdır:
‘O günlerde Bandi diye seslendiğimiz Bob’da şeytan tüyü vardı ve herkes — aile üyeleri, dostlar ve hatta yabancılar — ona hayrandı. Ortanca çocuktu. En büyüğümüz olan Laszlo 1911’de doğdu, bende 1918’de sahneye çıktım. Terzi dükkanındaki siparişleri yetiştirmeye çalışan ebeveynlerimizin başını kaşıyacak vakitleri yoktu, fakat annemiz Julia bize sevgi gösterip sahip çıkacak vakti daima bulurdu ve bizimle gurur duyardı. Üçümüze karşı adil ve tarafsız davranmaya çalışsa da Bob’a özel bir düşkünlüğü vardı. Sıcakkanlı ve sempatik bir çocuktu; karşı konmaz bir kişiliği vardı, hayatı boyunca da öyle kaldı. Dahası çok erken yaşlarda sergilemeye başladığı maceracılık, onun fazladan dikkate ihtiyacı olduğu ve bunu arzu ettiği anlamına geliyordu. O dönem faşist ve anti-semitik Amiral Horthy liderliğinde bir diktatörlük altında olan Macar hükümetiyle başı ciddi belaya girdiğinde Bob henüz on yedi yaşındaydı. Siyaseten erken olgunlaşmış (ve pek de dindar olmayan) bir Yahudi öğrenci olarak, Avrupa’nın dört bir köşesinde isyankar ve idealist öğrencilerin yapmaya başladığı bir adımı attı; örgütlenme çalışmalarında görevli bir Komünist Parti üyesiyle bağlantıya geçti. Bir akşam yaptıkları uzun yürüyüş sırasında adam ona, partinin genç burjuva entellektüelleriyle ilgilenmediğini anlattı. Buna karşılık Bob da partiyle ilgilenmediğine karar verdi. Fakat olan olmuş, bu akşam yürüyüşü gizli polis tarafından keşfedilmişti. Bob eve döndükten kısa bir süre sonra iki ajan evimizin kapısına dayanıp Bob’tan giyinmesini ve kendileriyle birlikte polis merkezine gelmesini istediler. Annemizin yana yakıla yalvarmalarına ve bir daha asla böyle bir şey olmayacağına dair verdiği güvencelere kulak asmayan ajanlar Bob’u alıp götürdüler. İyi ki gizli polis şefinin karısı anne babamın iyi müşterisiydi. Bu bağlantı sayesinde babam Bob’un bırakılmasını sağlayabildi fakat bir şartla; Macaristan’ı derhal terk edecekti. Yani Bob on yedi yaşında siyasi mülteci oldu ve bir daha asla gerçek bir yuvaya kavuşmadı.’ (Miller, 1999, s. 24, 25)
Capa, bir nevi kovulduğu memleketinden siyaset bilimi okumak için gittiği Berlin’de ailesinden yeterli maddi desteği göremediği için Dephot Fotograf Ajası’nda karanlık oda asistanlığına başlar. Ajans sahibi Simon Guttman onda bir ışık görür ve eline küçük bir Leica tutuşturarak Kopenhag’da Rus Devrimi’nin anlamı üzerine bir toplantıda konuşacak olan Troçki’yi fotoğraflamak üzere görevlendirir. Troçki fotoğraflarının çekilmesini istemediği için kocaman fotoğraf makinelerine sahip profesyonel fotoğrafçıların hepsi odadan çıkartır. Capa elindeki küçük Leica’yı akıllıca kullanarak Troçki’yi fotoğraflamayı başarır ve çektiği fotoğraflar Der Welt Spiegel’de ‘Friedmann-Dephot’ imzası ile tam sayfa yayınlanır. Capa bu dönemde hayatında oldukça memnundur fakat Hitler’in iktidara gelmesi ile bir Yahudi olan Capa için en iyisinin Almanya’dan ayrılmak olacağını düşünür. O dönem faşizmden kaçan bir çok sanatçı gibi o da Paris’e gider. Gününün çoğunu geçirdiği Café de Dome’da Polonyali fotoğrafçı David Seymour ile tanışır.
David Szymin, 1911’de Varşova’da doğmuştur. Zengin ve kültürlü bir ailede yetişen David’in babası tanınmış bir yayıncıdır. Babası oğlunun da kendisiyle aynı mesleği yapmasını istiyor olsa da David okumak için Paris’e gider. Burada arkadaşları David’e ‘Chim’ diye hitap etmektedir. Bir süre sonra ailesinin ekonomik düzeni bozulur ve Chim küçük bir fotoğraf ajansında işe başlar. Çektiği fotoğrafların beğenilmesinin ardından fotoğraf kariyerine devam eder. Chim’in de sık sık fotoğraflarını çektiği işçi sınıfı ve eşitsizlikler üzerine haberler yapan Regards’ta fotoğrafları yayınlanır. Regards’ta yayınlanan fotoğrafları üzerine genellikle solcu yazarlar ve fotoğrafçılardan oluşan bir gruba davet edilir. Grup toplantılarının birinde Henri-Cartier Bresson ile karşılaşır. İki fotoğrafçının boynunda da asılı olan Leica sohbetlerinin başlamasına neden olur. Daha sonrasında Chim, Capa ile Bresson’u tanıştırarak önemli bir bağın kurulmasına neden olacaktır. Bresson o günü şöyle hatırlar:
“Ona ne kullandığını sordum. O zamanlarında vizörlerinden biri olan Vidom olduğunu söyledi ve konuşmaya başladık. Kısa sürede iyi arkadaş olduk fakat o kadar temkinliydi ki, beni Capa’yla tanıştırması için yaklaşık dört ay geçmesi gerekti. Sanırım Capa o sıralar Hotel de Bais’te, tavanında çamaşır asılan bir odada yaşıyordu.” (Miller, 1999, s. 28)
Henri — Cartier Bresson, 1908’de tekstil işiyle uğraşan oldukça zengin ve tanınmış bir ailenin oğlu olarak Fransa’da dünyaya gelmiştir. Paris’e oldukça yakın olan Chanteloup’ta büyüyen Bresson fotoğraftan önce resimle ilgilenmiştir ve dünyanın neredeyse bir çok yerini gezmiştir. Leica’yı keşfettiğinde ise makinesi artık onun gözünün bir parçası haline gelmiştir.
Chim, Henri ve Capa sık sık Café de Dome’da buluşup, sohbet ederler. Capa o dönem Gerda Taro’yla aşk yaşamaya başlamıştır. Bu ilişki aynı zaman ‘Robert Capa’ efsanesinin de çıkış noktasıdır.
Taro, kurucusu Maria Eisner olan Alliance’da fotoğraf satışı yapmaktadır. Maria Eisner ilerleyen tarihlerde Magnum’un önemli isimlerinden biri olarak uzun yıllar Magnumla birllikte çalışacaktır.
Capa, Bresson ve Chim fotoğrafa olan tutkularının yanı sıra siyasi görüşlerinin de etkisiyle İspanya İç Savaşını fotoğraflamak üzere İspanya’ya giderler. Capa ‘Vu’ dergisi ile anlaşır ve sevgilisi Taro ile birlikte hemen yola çıkarlar. Neredeyse cepheye ilk ulaşan fotoğrafçılardır ve savaşı çok iyi anlatan fotoğraflar çekmeyi başarırlar. Hala dünyada bir çok kişi tarafından en büyük savaş fotoğrafı olarak kabul edilen ‘Ölüm Anı’ (Görsel 1.1) isimli ispanyol askerinin düşme anını da burada çeker. Bu fotoğraf önce Vu’da ardından Life’da yayınlanır. Bu gelişmeler Capa’nın tanınmasına neden olur, Picture Post tarafından ‘Dünyanın En Büyük Savaş Fotoğrafçısı’ ilan edildiğinde hala İspanya cephelerinde fotoğraf çekmektedir. Sevgilisi, kıymetli fotoğrafçı Gerdo Taro ise ne yazık ki İspanya’da hayatını kaybeder.
Capa, İspanya İç Savaşının ardından bir anlaşma yaparak Life için çalışmaya başlar. Avrupa’da savaş patlak verdiğinde ise Life ona başka işler yaptırdığı için oldukça mutsuzdur.
İş sipariş eden editörlerin kendisine dayattığı kısıtlamalar ve taleplerden her zaman rahatsızlık duyan Capa, savaştan önce fotoğrafçı arkadaşlarıyla kooperatif bir ajans kurmayı sık sık tartışmıştı. Capa’nın fikri bizzat fotoğrafçıların sahip olacağı ve yöneteceği küçük bir ajans, onlara kendi işlerini seçme ve esasen hayatlarını editörlerin dırdırları ve kaprislerinden bağımsız sürdürebilme özgürlüğü verecek bir organizasyon kurmaktı. İşin içine Cartier-Bresson ve Chim’i de katmayı çoktandır kafasına koymuştu ve konuyu açtığı Amerikalı Vandivert de bu girişiminden dolayı heyecanlamışa benziyordu. Bunu Capa’nın o dönemde Life’in New York’daki karanlık odasında çalışan Cornell’e yazdığı mektuptan anlamak mümkündü: “Bill Vandivert’le birlikte bir kişi daha arıyoruz. İngiltere’de, Rusya’da, belki Güney Amerika’da ve New York’da birer elemanı olan küçük bir ajans kurmak istiyoruz.” (Miller, 1999, s. 41)
Capa, Life dergisinin bir işi için İtalya’da bulunduğu sırada başka bir Life fotoğrafçısı olan George Rodger ile tanışır. 1908’de Cheshire, Hale’de doğmuş olan George varlıklı bir ailede yetişmiştir. Daha kolej yıllarında fotoğrafa olan ilgisini keşfetmiştir ve yeteneğini göstermeyi başarmıştır fakat asıl amacı yazar olmaktır. Bir dergiye satmayı başardığı yazısına eşlik eden alakasız resimleri gördüğünde sonraki yazılarına kendi çektiği fotoğrafların eşlik etmesi gerektiğini düşünerek bir fotoğraf makinesi alır. Büyük Buhran döneminde bir çok farklı alanda çalışan Rodger bir dönem BBC’nin fotoğraf biriminde çalışır. Birimin kapatılmasının ardından Black Star isimli ajansa girer ve burada çektiği fotoğraflar ile Life editörlerinin dikkati çeker.Life’ın teklifini kabul ederken Rodger asker olarak savaşmaktansa savaş fotoğrafçısı olarak daha çok fayda sağlayacağı kanısındadır.
Capa ve Rodger kısa sürede iyi anlaşırlar. Capa o dönem sürekli kafasında olan kooperatif ajans kurma fikrinden Rodger’a bahseder. Rodger şunları hatırlamaktadır:
“Gelecekteki bir birlikten konuşmaya başlamamız o zamandı, çünkü o Life’dı ben de Life’dım ve biz çok mutlu değildik. Bu kardeşliğin hedefi, her tür editoryal hükümden kurtulmak, üzerinde çalışmak istediğimiz haberler hakkında çalışma özgürlüğüne kavuşmak ve bütün ayak işlerine bakacak birilerinin olmasıydı…” (Miller, 1999, s. 48)
Bu arzuyu tetikleyen bir başka olay ise Capa’nın kariyerindeki en önemli işlerden biri olan Normandiya Çıkarmasında hayatını riske atarak çektiği 106 fotoğraftan sadece 8 adetinin kurtarılabilmiş olmasıdır. Bunun sebebi karanlık oda asistanının heyecanından dolayı ısıyı ayarlayamaması olsa da Life editörleri Capa’nın makinesine su kaçtığı için filmlerin bozuluğunu söylerek Capa’nın fazlasıyla sinirlenmesine neden olurlar. Bu olay Capa için büyük bir hayal kırıklığına neden olur.
Savaş boyunca birbirlerinden haber alamayan Capa, Chim ve Bresson, Vogue’un Paris editörleri tarafından verilen partide karşılaşarak tekrar bir araya gelirler.
Capa 1945’te yeni kurulmuş Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği’ne katıldı ve fotoğrafçıların haklarını savunan toplantıların aktif bir katılımcısı haline geldi. Capa daha o zamanlarda Magnum konseptini kafasında oluşturmuştu. Öncelikle dergi editörlerinin değil, kendisinin ilgisini çeken haberler üzerinde çalışmayı seviyordu. En önemlisi, fotoğraflarının negatiflerini ve telif hakkını elinde tutmak istiyordu. Bu, devrimci bir yaklaşımdı; o zamana dek dergi editörleri fotoğrafçılara ödedikleri ücretlerin, negatifleri ve süresiz telif haklarını kapsadığını varsaymaktaydılar. Capa en ünlü fotoğraflarından bazılarını –kendi arşivinde ona ömrünün sonuna kadar gelir sağlayabilecek olan bazı çok ünlü fotoğraflarını- çoktan feda etmiş olduğunu kabul ediyordu ve daha fazlasını feda etmek istemiyordu. (Miller, 1999, s.63)
1947 baharında MoMa’daki bir öğlen yemeğinde Magnum’un temelleri atılır. Bu yemek esnasında masada kurucu olarak adı geçen isimlerden sadece Capa vardır. Capa’ya yemekte Life fotoğrafçısı Bill Vandivert ile eşi Rita ve Allince Photos’dan tanıdığı Maria Eisner eşlik etmektedir. Rodger, Chim ve Bresson dünyanın dört bir yanındaki farklı ülkelerin savaş sonrası hallerini fotoğraflamaktadırlar. Toplantı sonucunda Magnum Photoskurulur, Rita Vandivert başkan olarak seçilir ve New York ofisini yönetmesine karar verilir, Maria Eisner ise sekreter ve mali işlerden sorumlu olarak Paris ofisinin başına geçirilir.
Magnum, kelime anlamı olarak büyük şişe, içki şişesi demektir. Fakat bu ismin kullanılması fikrinin kimden çıktığı net olarak bilinmemektedir. O sırada masada bulunan içki şişesinden gelmiş olması ise gayet olasıdır…
Magnum üzerine çalışmalar yapan Clement Cherox, Magnum’un kuruluşunu Dünya’nın oluşumuna benzetmektedir; tek bir günde değil zamanın içinde oluşarak bir sonuca varılmıştır.
O zamana dek editörün ifadesiyle, kendi negatiflerinin haklarına sahip olana dek bir haber fotoğrafçısının görüşü hiç bir şeydi ve bu hakları güvenceye almanın, fotoğrafçılık tarihindeki en mantıklı fikir olacak bir ortaklık aracılığıyla mümkündü: “Capa ve arkadaşları fotoğrafçılıkta telif hakkını icat ettiler. Hiç bir şey yapmamış olsalar bile, onlara mesleki özgürlük kazandırdılar ve esaret halindeki fotoğrafçıları özgür sanatçılara dönüştürdüler.”
Ajansın ilk üyeleri Werner Bischof ve Ernst Haas’tır. Bischof o dönemde Black Star’la çalışmaktadır fakat bu durumdan pek memnun olmadığını ajansa yazdığı bir mektuptan anlaşılmaktadır;
“Sizin söyleyip durduğunuz siyasal belgeseller türünden iş yapmayacağım; bu benim doğama aykırı. Hayatın sosyal görünümleri-cefa, gelişme, evet. Benim güzel şeyler peşinde olduğumu unutmayın. Sözgelimi, farklı milletlerin savaş sonrası gençlerini nasıl eğittikleriyle, yıkımdan ne çıkacağıyla ve bu olağanüstü zorlukların içinde bile ne kadar harikulade bir insanlığın var olduğuyla ilgileniyorum. Bana akıllı bir Amerikalı muhabirin çok daha iyi yapabileceği siyasal belgeseller yüklemenin kesinlikle hiç bir anlamı yok.”
Ersnt Haas, Avusturyalı savaş esirlerini getiren trenlerini karşılamak için bekleyen kadınlardan oluşan bir fotoğraf serisi ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Bunu üzerine Life dergisinden aldığı teklife cevap olarak yazdığı mektup Magnum’un manifestosu sayılabilecek kadar kuvvetliydir:
“İki tür fotoğrafçı vardır; fotoğraflarını bir dergi için çeken fotoğrafçılar ve ilgilendikleri fotoğrafları çekecek kadar kazanan fotoğrafçılar. Ben ikinci türe dahilim. Mümkün olduğunca çabuk ünlü olmanın başarı anlamına geldiğine inanmıyorum. Nihayetinde bir adamın yaptığı işin başarısının, hayat görüşünü ve dünya ve evrenle bağlantısını bulan ve hataları anlayabilen ve başka insanların başarılarını takdir edebilen gerçek bir insan olmak olduğuna inanıyorum… İnandığım şey uğruna kolay bir yol seçmektense risk alarak kendimi hep daha iyi hissetmeyi başardım. Bunu yapmak için yeterince gencim ve hedefime ulaşmak üzere enerji ve umutla doluyum. Günün birinde öncelikle fikilrierim ve daha sonar iyi balkış açım dolayısıyla farkıan varılmayı techy ederim… Bir dergi için çalışma disiplinie ihtiyaç duymadığımdan kendime çok önem atfettiğim sanılmasın. Deek isteidğim, onların ihtiyaç duyduğu ve bnim ihtiyaç duyduğum şeyi el bilriği ile fotoğraglamak. Ama sadece bir derginin değil benim de pşanım var. Ve sırf aklınızdaki amaca doğru ilerlemek için iyi bir fırsat tepmek de bir disiplin değil mi? Bana göe inandığm bir şey uğruna çok hoş bir yola gitmektense, rsik almak her zaman daha iyi bir hissiyattır. Bunu yapma için yeterince gencim ve hedefime ulaştığımdan emn oluncaya kadar doğru bildiğim yolda yürümeye devam edebilecek enerjiyle doluyum. Ayaklarımın yere sağlam basmadığını düşünüyor olabilirsiniz… İstediğim şeyözgür kalmak, böylece düşüncelerimi gerçekleştirebilirm… Benim endime verdiğim işeleri bana verecek çok fazla editor olduğunu düşünmüyorum.” (Miller, 1999, s. 92, 93)
Haas bu cevap ile Life’in tekflini red ettiği sırada Capa’dan gelen teklifi kabul ederek Magnum ile çalışmaya başlar. Mektubunda fotoğrafa ve mesleğine bakış açısını çok net şekilde dile getirmiştir. Bu bakış açısı Magnum ile birebir uyuşmaktadır. Magnum, fotoğrafçılar tarafından kurulan ilk ajanstır. Temelinde fotoğrafa ve fotoğraf sanaçılarına verdiği değer yatmaktadır. Bu durum Magnum’u diğer ajanslardan çok keskin bir şekilde ayırır. Dönemin ajanslarının fotoğrafçılara uyguladıkları baskıcı tavıra karşı bir duruş olan Magnum’da hiç bir dayatma söz konusu değildi. Başta Capa olmak üzere kurulduğu günden bugüne tüm üyeler her zaman Magnum fotoğrafçılarının şahsi zevkleri ve arzularını desteklemeye ve teşvik etmeye yoğunlaşmıştır.
2.2. Günümüzde Magnum Otoritesi
Baştan sona fotoğraflanan 20. yüzyılda Magnum fotoğrafçılarının çekmiş olduğu fotoğrafların etkisi ve önemi tartışılmaz derece büyüktür. Dünya tarihinin büyük savaşlarını, trajedilerini, hüzünlerini, sevinçlerini, zaferlerini belgeyerek unutulmaz anların hafızalara kazınmasını, kitlelere ulaşmasını büyük bir cesaretle sağlamışlardır. Fotoğraf makinesinin dijital bir ekipmandan çok daha fazlası olduğunu, yeri geldiğinde tarihi etkileyebilecek kuvvette olduğunu kanıtlamışlardır. Onlar dünyanın gözleri olmayı başarmışlardır.
Magnum üyeliği günümüzde hala bir fotoğrafçının ulaşmak isteyeceği en yüksek seviyelerden biridir. Magnuma tam üye olmayı başaran bir fotoğrafçı, ajansın aynı zamanda hissedarı olmaktadır. Kurulduğu zamanki duruşunu hiç bir zaman kaybetmeyen Magnum ajansının yönetimi hala fotoğrafçılar tarafından yapılmaktadır. Fakat hissedar olabilmek büyük bir çaba ve tutku gerektirmektedir. Magnum’u kurulduğu günden bugüne kadar bir arada tutan temel şey tüm fotoğrafçıların sahip olduğu bu tutkudur. Bu durumu Henri — Cartier Bresson tarafından şöyle açıklamaktadır:
Magnum tanımlaması çok zor insanlardan müteşekkil bir gruptur. Arkadaşlarımla –nasıl çalışığını, nasıl işlediğini bana soran yazarlar, mimarlar, ressamlar- konuştuğumda sıklıkla böyle anlatırım ve neyi kastettiğimi anlamadıklarını söylerler. Dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir mimar kuruluşu bulamazsınız. Şimdiye elli kere dağılmış olurdu. Ama gördüğün gibi, onun hakkında kötü şeyler söyleyebilirsek de Magnum’u severiz ve Magnum hiç dağılmadı. Niçin? Benim kanaatim, bir tür davetle üyeliğe seçilme mekanizması olmasıdır. Elbette bu da başka Kabul biçimleri kadar aptalca ama aynı zamanda bir girişime, bir mite, bir insan topluluğuna, bir şeyler yapılan yere katılmak için insanların arzularını kuvvetlendiriyor. (Miller, 1999, s. 60)
Magnuma katılmak için öncelikle geniş portfolyonuzu bütün üyelerin incelemesine sunmak zorundasınız. Para kazandırma potansiyeli kaliteye göre ikincil düzeyde göz önüne alınır ama kişilik ve kendini fotoğrafçılığa adama da önemlidir. Eğer üyelerin yarısı sizi onaylarsa, merdivenin en alt basamağına, bir aday olarak davet edilirsiniz. Artık bir magnum fotoğrafçısı olarak adlandırılabilirsiniz fakat bir hiç bir oy hakkınız bulunmaz. En az iki yıl geçtikten sonra çok daha geniş portfolyunuzu üyelere sunarsınız bu sefer çok daha detaylı bir inceleme yapılır. Ajansın hissedar-üyesi olmak için davet edilmeden önce portfolyunuzu bir kez daha sunmanız ve tüm üyelere onaylatmanız gerekir.
Magnum fotoğraf ajansının 100’e yakın üyesi bulunmaktadır. Dünya tarihine damgasını vurmuş bir çok fotoğrafı arşivinde bulundurmaktadır.
SONUÇ YERİNE
Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte fotoğraf ajanslarına ihtiyaç duyulmamaya başlamıştır. Magnum ile aynı dönemde kurulan bir çok ajans şuan aktiflik göstermemektedir. Fakat Magnum, tüm rakiplerini gölgede bırakarak alanında bir efsane haline gelmeyi başarmıştır. Bu başarısında ajansın kurulduğu günden itibaren sımsıkı tutunduğu kurallarının etkisi hakimdir. Dönemindeki diğer ajanslara karşı bir duruş olarak kendini gösteren Magnum, bu duruşundan hiç vazgeçmemiştir ve gücünü her zaman fotoğrafçılarından almıştır. Her zaman da fotoğrafçıların yanında olup, onların hakları için mücadelesini devam ettirmiştir. Capa’nın da en başından beri hayalini kurduğu gibi, kar amacı güden bir ajans değil, fotoğrafçıları destekleyen ve aslında fotoğrafçıların birbirini desteklediği bir kooperatif gibi çalışmıştır.
Ciddi süreçler içeren üyelik sisteminden hiç bir zaman vazgeçmeyerek bu konuda da kararlılığını korumuştur. Bu süreçler doğrultusunda her zaman çok farklı ve güçlü kişiliklerde, çok başarılı fotoğrafçıları çatısının altında toplamıştır. Bu kadar farklı ve güçlü kişiliğin bir arada kalmalarını ise gerçekten onların haklarını korumanın bir yolu olarak varolması sayesinde başarmıştır. Bu başarısının sonucunda çatısı altında toplanan başarılı fotoğrafçılar sayesinde çok kuvvetli bir arşive sahip olarak fotoğraf dünyasında çok önemli bir konuma ulaşmıştır.
Robert Capa’nın önderliğinde yapılmış bir devrim niteliği taşıyan ajans, kurulduğu günden itibaren farkını ortaya koymuştur. Fotoğrafla neler yapılacabileceğini, fotoğrafçıların neler yapabileceğini dünyaya gösteren çok önemli bir mücadele ile günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüzde de hala bir çok fotoğrafçı için Magnum fotoğrafçısı olmak büyük bir arzudur. Fotoğrafa ilgi duymayan bir çok insana da ulaşmayı başaran ajans, dünyanın gözlerinin sunduğu fotoğraflarla dünyanın görsel hafızasını çok güçlü bir şekilde oluşturmaya devam etmekte.
KAYNAKLAR
Alpkaya G. ve Alpkaya F. (2004). 20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi. İstanbul: Tarih Vakfı.
Erciyes, A. (2004). Başlangıçtan Günümüze Magnum Estetiği, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, İzmir.
Miller R. (2008). Magnum Tarihin Ön Cephesinde 50 Yıl — Efsanevi Fotoğraf Ajansının Hikayesi. (Çev. Tamer Tosun). İstanbul: Agora Kitaplığı. (Eserin orijinali 1997 yılında yayımlandı).
İnternet: Magnum Photos. Görsel https://www.magnumphotos.comadresinden 12 Ocak 2019 tarihinden alınmıştır.
Bu çalışma Ocak, 2019 tarihinde yüksek lisans dersi kapsamında “BAŞKALDIRIDAN OTORİTEYE;MAGNUM FOTOĞRAF AJANSININ İNCELENMESİ” başlığıyla hazırlanmıştır ve küçük düzeltmelerle Ağustos, 2020 tarihinde Magnum üzerine okuma yapmak isteyen değerli okuyuculara sunulmuştur. Teşekkürler.