Darbeyi yeni atlatmış bir ülkede seçimler yapılmış, yeniden demokratik bir düzene geçmek için gerekli atılımlar nispeten de olsa yapılmıştı. Halk, yapılan seçimin sonucunda serbest piyasa ekonomisini destekleyen bir hükümetin seçilmesini istemişti.
Ülkede böyle bir ortam yaşanırken başkentin eski toplu konutlarının birinde, annesi ve babası memur olan Ceren adında bir bebek dünyaya geldi. Kalın ve sağlam duvarlarla inşa edilmiş, daha çok memurların ikamet ettiği bu toplu konut, şehrin simgelerindendi.
Ceren, mahallesinde bulunan eski bir okulda ilkokula başladı. Çevrede oturan diğer çocuklar da aynı okula gidiyordu. Bundan dolayı sınıf ayrımının ne olduğunu bilmeden okuluna gidip geldi. Yeni dönemin hükümeti de etkisini yavaş yavaş gösteriyordu. Yıllar sonra şehrin simgelerinden olacak alışveriş merkezlerinin inşaatlarına başlanmıştı. İnsanlar da merakla inşaatların bitişini bekliyordu. İnşaatlar hızla devam ederken, kalabalık noktalarda zincir hamburgecilerin ve pizzacıların yanı sıra, farklı yabancı markaların mağazaları açılıyordu. Mahallelerinden kopamayan Ceren ve ailesi, şehrin bu hızlı ilerleyişine inat komşularıyla birlikte huzurlu bir şekilde yaşamaya devam ediyorlardı.
Dönemin getirdiği dışa açılma ile insanlar her markaya ulaşıyordu ve ithal ürün özentiliği giderek artıyordu. Ceren lise çağına geldiğinde, ailesi tarafından lüks bir semtin devlet okuluna yazdırıldı. Çevresi bir anda değişen Ceren, sınıf farklılıklarını da öğrenecekti. Ceren de lüks semtin varlıklı ailelerinin çocuklarına özenerek kıyafetler istiyordu. Ailesi de çocuklarının mutlu olması ve arkadaşlarından geri kalmaması için gerekirse boğazlarından kesiyor, isteklerini yerine getiriyordu. Okul, dershane ve ev üçgenine hapsolan Ceren için tek sosyal faaliyet ise şehrin işlek caddelerinde arkadaşlarıyla dolaşmak oluyordu.
Lise hayatı bitince mahalledeki birçok arkadaşı gibi Ceren de üniversiteyi kazandı. Okumak için daha büyük bir şehri tercih eden Ceren, ara sıra ailesinin yanına gidip geliyordu. Her geldiğinde değişmiş komşularla karşılaşıyordu ve eski komşularının şehrin yeni kurulmuş semtlerine gittiğini duyuyordu. İlerleyen zamanlarda emekli olan ailesi de yaşadığı şehri terk edip deniz kenarı bir yerde yerleşmeye başladılar.
Ceren ise okuduğu şehirde iş bulup, o şehirde yaşamaya devam etti. Eskiden yaşadıkları ve bakımsız hale gelmiş mahalle, artık gözden düşmüş bir vaziyetteydi.
Yıllar sonra iş için doğduğu şehre gelen Ceren, şehrin değişimine şaşkınlıkla baktı. Bütün şehir büyümüş, her yer inşaat şantiyesine dönüşmüştü. Küçük caddelerin kocaman bulvarlara dönüştüğünü, bulvarların da alışveriş merkezleriyle dolmuş olduğunu gördü. Ceren, soluğu çocukluğunun geçtiği mahallede aldı. Mahalleye geldiğinde terk edilmiş hayalet bir kent ile karşı karşıyaydı. Kaldırımlarında sek sek oynadığı, duvarların arkasında aşık olduğu çocukla öpüştüğü, bodrumunda gizli gizli sigara içtiği anılarıyla yüz yüze geldi.
Birden suçluluk duygusu oluştu. “Bu mahalleyi, hatta bu şehri bizler terk ettik. Eğer gitmeseydik belki sahip çıkardık…” diye düşündü, içi içini kemirerek. Belki de şehri bu noktaya gertiren bütün insanların seçimiydi.
Evet seçimler üstüne seçimler devam etmişti. Böyle olmasını da halk istemişti. Bu seçimlerle şehrin değişmesi şarttı. Çünkü yerli ve yabancı sermayedarların şehirlere yayılması gerekiyordu. Bunu da halk seçmişti. Şehirlere yayılan sermaye, yayıldıkları noktaları da kendilerine göre şekillendirecekti. Bunun için de şehrin belleğinin silinmesi gerekiyordu. Silinecekti ki yeni gelen kuşaklar yaşanmışlıkları görmesin, hatta okullarına giderken ellerinde pipetli bardaklarla kahve içebilsinler. Yaşadıkları şehirden çok ne yedikleri ve ne giydikleri ile ilgilensinler. Geçmişte saklambaç oynanan mahalleler, elim sende oynayan müteahhitler ile dolmuştu.
Ceren ise hayalete dönen mahallesine son bir defa baktıktan sonra, iş toplantısına yetişmek için mahallenin hemen yanına yeni yapılmış otele doğru gitmeye başladı..
Saraçoğlu Mahallesi’nin anısına..
İğne Deliğinden Hikayeler Serisi 3 / Mahalle
Bahadır Duman, Ankara 2022