Kalp. Dakikada 70, günde 104 bin kere atar. Bu da yılda 38 milyon kere çarpan bir kalbiniz var demektir. Bu arada aynı kalp burkulur, kırılır, heyecanlanır, daha hızlı çarpar, acır, üzülür, çürür, buz tutar, diken gibi batar, bazen taşlaşır, nadiren yumuşar… Her duygu geçicidir.
Şahane bir kitap bitirdim. Şahane bir fotoğraf çektim. Carrie Fisher okudum, demiş ki ‘’…kırık kalbini al ve onu sanata dönüştür.’’ Bu cümleye ağlasam mı, gülsem mi, saatlerce susup otursam mı bilmiyorum. Vücudumda muhtelif ağrılar, dilimde eski anıların bıraktığı acı bir tat var. En son okuduğum sosyal medya paylaşımında yazar şöyle yazmış;
‘’Bir elimde her nefes yeni bir fırsat, bir elimde geçicilik diz boyu. Özgür seçim var mı, yok mu tartışmaya gerek görmüyorum. İşte bu nefes senin, bugün senin, içindeki bu can sıkıntısı ve daha derinde o geçmeyen özlem. Ne yapacaksın? Belki gözlerini kapatıp ölüm döşeğine gider, oradan buraya bakarsan ne yapacağını bilmek daha kolay olur.’’
Fotoğraflarla cümlelerin birleştiği yerde derin uçurumlar açılıyor. Ufuk çizgisinin düz olanı demode artık. Kadrajı kesilmiş ve fazla pozlanmış fotoğraflar şefkat bekliyor. Yetememek insana özgü bir durum değil sadece. Muhterem dedi ki ‘’..bir kitap yaz, adı Eski Cümleler Müzesi’’ olsun. Kitabın adını koymak kolay. Kapağı ne renk olacak, işte onda bir uzlaşmaya varamadık. Hedefe kitlenmiş gibi bütün renklerin peşine düştük. Hangi rengi hayatımızdan çıkarsak yokluğu hissedilmez dedik, onu da bulamadık. Ya da bulduk ama itiraf edemedik.
Kaç yıl önce bilmiyorum, kendime not düşmüşüm. Korsakov dinlemeyi unutma diye. Üzerine dikiş attığım fotoğraflara bakarken önüme düştü. Korsakov 1888 yılında Scheherazade’yi (Şehrazat) bestelediğinde George Eastman ilk defa elde taşınabilen bir fotoğraf makinesini icat etmiş, Kodak No:1 ile ilk amatör kareler çekilmişti. Korsakov Binbir Gece Masallarındaki Kalender Prens’i, Genç Prenses’i, Bağdat’ta Şenlik’i, Gaddar Şeyh’i bestelerken kimsenin aklına masal fotoğrafı çekmek gelmiş midir acaba?
İfade edilemeyen şiddetli duygular fotoğraf filminin yanmasına sebep olabilir mi? Kalbim ve zihnimle temas kurmak istiyorum bir süredir. Üçümüz aynı konuda ortak bir karar verebilsek ne güzel olur. Aksi halde canım çok acıyor çünkü. Karşımda anlaşılmayı imkansız kılan kapalı kapılar, kalın duvarlar, gidilmez yollar var. Kalbimi çok acıtan birini geride bırakmanın ama bıraktığı renkten vazgeçemeyişimin acısı var. Böyle böyle kırık kalbim, yitirilmiş renk, solmuş zihnim ve bendeniz kukumav kuşu gibi düşüne düşüne oturuyoruz. Kahvenin tadı çok acı artık.
Radyoda biri konuşuyor. Son 30 yılda gerçekleşen 10 bin afetten 6 milyar insan etkilenmiş. Kalbin zarar görmesi ise bir an meselesi halbuki. Silinmiş bir şiir her gün tekrar ve tekrar kırabilir onu. Eski fotoğraflar bize hiç sevilmemiş olduğumuzu hatırlatır. Tam da bu sebepten fotoğrafların son kullanım tarihleri olmalı ve kendi kendini imha edebilmelidir.
Gülmek için 17 adet yüz kasının çalışmasına ihtiyaç varmış, surat asmak için ise 43 adet. Zıtların birliğini kabul etmek, dünyadaki ve evrendeki bütünselliği algılayamamak en büyük derdimiz bence. Hayat hikayesinin gerçekle çatıştığı noktada sorunlar ortaya çıkar. Gerçekliğin izdüşümü olan fotoğrafı yok saymak, alternatif hikayelere yer açmak, kendi hayatını yeniden yazmak, kadrajı kendi bakış açına göre ayarlamak benzersiz sonuçlar elde etmek için tek çaredir belki de…? Nitekim sözlerimizde de davranışlarımızda da nazik olmak erdemini yitireli, kalp kırmayı marifet saymaya başlayalı çok uzun zaman oldu.
Tek bir rengi hayatımızdan çıkarırsak ne olur? Daha çok mu renkleniriz, yoksa eksilir miyiz? Etrafınıza bakın ve yeşili görmemeye çalışın mesela. Hep aynı rengin peşine mi düşsek, siyah ve beyaz yeter mi? Şimdiye kadar nereye bakmamızı istedilerse oraya baktık, hangi renkleri söyledilerse onların peşinden koştuk. Şimdi siz seçin. Sizin renginiz hangisi? Bu hikaye sizin hakkınızda ne söylüyor, yaşamın rengini buldunuz mu? Siz hiç hayatınızın rengini yitirdiniz mi? Kalbiniz hangi renk?
Burcu AYDIN