Bir fotoğrafın ortaya çıkmasında belleğin katkısı yok sayılamayacak kadar büyük bir yer kaplamaktadır. Peki bellek nedir? Öncelikle bu kavramlara değinmek gerekir.
Bellek, insan beyninde geçmişte yaşanan deneyimleri saklayan, koruyan ve bunları hatırlatan bir yetenektir. Bellek, hatırlananlar kadar unutulanlar sayesinde de var olmaktadır. Ve belleğin görevi sadece bireysel kullanımla sınırlı kalmayıp aynı zamanda her türlü toplumsal mekanın şekillendirilmesini destekleyen önemli bir araçtır. Bireylere ve toplumlara ait bir arşiv görevi de görmektedir.
Eski bir eşya, bir ses ya da tanıdık bir koku ile birlikte bellek, geçmişimizi ortaya sunar. Hatırlamamıza neden olan o ses, koku, ya da nesneler fiziksel varlıklarını yitirmiş olsalar dahi zihnimizde yani belleğimizde yaşamayı sürdürüp ufak bir tetikleyici ile hatırlamamıza neden olabilirler. Ve geçmişi sanki bugünmüş gibi ayaklarımızın önüne sunabilirler.
“Bütün hatıralar, birbiri üstüne katılarak tek bir yığın haline girmiştir. Fakat bu yığın yakından incelendiği zaman bazı kayalarda ya da mermer bloklarında biçim ve yaş farklarını belirten çatlaklar, yarıklar, damarlar ve renk alacalıkları gibi birtakım izlerle kendini ortaya koyar. O vakit anlaşılır tek parça gibi görünen hatıra yığını birbirinden daha eski, daha yeni birtakım parçalardan oluşmasının yanı sıra parçaların bazıları bir kokudan, bazıları bir renkten, bazısında bir kimsenin bize verdiği sırlardan doğmadır.”
Bellek her ne kadar kişisel bir mekanizma gibi görünse de diğer yandan yaşanılan toplumsal yapının ve aile kültürünün de izlerini taşır.
“Birey için kendini var etme ve kimliğini oluşturma sürecinde önemli yeri olan bellek, toplumsal yaşamın dilsel, kültürel, dinsel, politik, ekonomik ve tarihsel dokümanlarını sosyal açıdan kapsar.”
Burada da kolektif bellek olgusu karşımıza çıkmaktadır. Bireylerin kişisel anımsama yeteneğinin yerine birçok insanın birbirleriyle deneyimlediği durumların, zihinlerinde bıraktığı o izlerle birlikte kolektif bellek oluşur. Kısacası bellek hem toplumsal olabileceği gibi hem de bireysel bir oluşum olabilir ve sosyal, politik, dinsel, ekonomik, kültürel ve kişisel birçok unsur tarafından belirlenen birçok katmandan oluşan ve sürekli bir dönüşüm halinde olan bir anı saklayıcıdır diyebiliriz. Bellek kavramı hem bireysel hem de kolektif olarak sözlü, yazılı ve görsel sanatta kendini göstermektedir. Bu yazı da görsel sanatta belleğin gücüne değineceğiz.
Bellek, şimdi ile geçmiş arasında kurulan bir köprü görevi görmektedir. Her mekânın ayrı bir kokusu vardır, her insanın da olduğu gibi… Sizinle bağı olan her nesne, her detay sizi alıp çok uzak bir geçmişte kaldığını düşündüğünüz anılarınıza götürebilir. Ve o zamanı anımsadığınızda nasıl da böylesine taze bir şekilde zihninizde belirdiğine şaşkınlıkla şahit olmuşsunuzdur birçok kez. İşte bellek o kadar güçlü bir şey!
Hızla değişen günlük yaşamda nelerin geride bırakıldığının farkına varılabilmesi için bazen ufacık bir detay yeterlidir. Herhangi birinin saçlarını bağlama şekli veya gözlerinin rengi ya da fark edilen küçük bir bibloyla hafıza anında harekete geçer. Kaynayan demliğin fokurtusu, bir sobanın cızırtısı, bir kedinin miyavlaması, koridordan gelen o adım sesleri ve daha birçok ses ya da koku… Kısacası günlük yaşamdaki herhangi bir hatırlatıcı bizi o anlara götürmesi için belleğin canlanmasına sebep olur.
“Gözlerimizin kapanması ne acı!
Hep gözümüzün açık kalmasını isteriz
Görmek için, son ana kadar yitirdiklerimizi” (Rilke’den akt. Robins, 2013).
Sözcükler ve yazılardan önce görme eyleminin gerçekleşmesi ve henüz bebekken konuşmaya başlamadan bile önce çevreyi bakıp tanımak, olanları anlamaya çalışmak görme eyleminin sözcüklerden önce geldiğinin ve bireyin dünyadaki yerini bulmasına yardımcı olduğunu kanıtlamaktadır bizlere. Bu yüzdendir ki hatıraları yani belleği tetikleyen en güçlü silahtır görme eylemi. Ve bizlerde bu görme eyleminin ateşlediği belleğimizi fotoğraflarla somutlaştırır, onlar aracılılığıyla yeni ürünler ortaya çıkarırız.
“Görmek dünyanın içinde olmaktır; dünyanın dokusu içinde yer almak, dünyaya açık olmak demektir.”
Fotoğraf, anıların kalıcılığı ve tanıklığı için çekilme ve saklama yoluyla neredeyse hepimizin hayatının içinde yerini sağlamlaştırarak varlığını sürdürmektedir. 19. yüzyılın ilk yarısında ilk fotoğrafın çekilmesiyle ve ardından fotoğraf makinesinin icadıyla görsel hatıraların saklanması yönünde adımlar atılmıştır. Geçmiş ile şimdi arasındaki o mesafe bir şekilde ortadan kaldırılmış hale gelmiştir. İnsanların doğası gereği geçmişi unutmasına rağmen fotoğrafın hiçbir şeyi unutturmaması adeta yaşanmışlıkların belgelenmiş halini içeren bir bellek kaydı olarak popülerliğini her zaman korumuştur.
“Görsel temsillerin bir analojisi olarak fotoğraf, anı olarak depolanan şeylerin değişmezliğini özellikle vurgular. Hiçbir şeyi unutmayan, görsel deneyimimizin mükemmel, kalıcı kaydını içeren bir belleği ima eder.” (Draaısma, 2018).
Görsel belleğin bir yardımcısı konumunda olan fotoğraf geçmişin şekillenmesini sağlar ve bireylerin otobiyografik belleğinin oluşmasına yardım eder. Aynı zamanda geçmişe ışık tutan bir belge niteliği taşıyarak o topluma ait kültür hakkında bilgi vermekle birlikte birçok bilgiyi daha gözler önüne serer. Sanatsal bir çalışma sürecinde ise sanatçılar geçmişi sorgular, rastlantıları keşfeder, yeniliklerin farkına varır ve tüm bunları sanatsal bağlamda bizlere sunmaya çalışırlar. Bu çabaları ışığında günlükler, fotoğraf albümleri, hatıra defterleri, video, ses kaydı gibi birçok farklı kayıtlardan da yaralanabilirler. Bizim bu yazıda ele aldığımız fotoğraf, insanın belleğini görünür kılan belki de en önemli araçtır. Bir ailenin anılarla dolup taşan bir fotoğraf albümü, ailede bulunan bireylerin belki de artık anlatamayacaklarını anlatır, gözler önüne serer. Yahut bir savaş fotoğrafı o savaşın getirdiği yıkımı ve zararları bizlere anlatırken, yaşayamaya devam eden bir bellek olarak varlığını sürdürür. Buradan da anlaşılacağı gibi fotoğraflar bireysel belleğin bir anlatıcısı olduğu kadar kolektif belleği de bünyesinde barındırmaktadır.
“Bellek nesneler, mekanlar, kokular ve tatlar aracılığı ile maddeleşir.”
İnsanın bir yere aidiyetinin kanıtı olan evler anıların depolandığı mekanlar olarak sayılabilir. Dağılmış duvarlar, unutulmuş eşyalar, sessizleşmiş mekanlar terk edilmişliği, yitikliği çağrıştırır. Mekâna ait olan koku, ışık, ses ve daha birçok unsur birer hatırlatıcı olarak geçmişe ulaşabilmemizi sağlar. Birçok sanatçı çalışmalarında belleğin bu yönü üzerinde durmuş, eserlerini bu doğrultuda oluşturmuştur.
“Ev, çocukluğumun ilk hafıza kayıtlarının peşinde, orada rehin kalmış hatıralara doğru bir yolculuk. Ev, zaman içinde bir yer.” diyor Ev adlı çalışmasıyla birlikte Günseli Baki. Artık o evde yaşamayanlara ait o boşluğu geride kalan eşyalardan, ev üzerinden anlatmaya çalışıyor sanatçı. Mekanların belleğimiz için ne denli önemli bir unsur olduğunu gözler önüne sererken aynı zamanda belleğin fotoğraf sanatı içindeki yerini de görebiliyoruz.
Sinem Kartı
Shitota ise bu projesine başlamadan önce, fotoğrafta gördüğünüz bu evi bulmuştur. İçerisinde çok az eşya olan terk edilmiş bir evdir fotoğrafta gördüğümüz bu mekân. Sanatçı, projesi için bu evin duvar kağıtlarını sökerek işe başlamış ve ardından binlerce metrelik yünle, evin her bir köşesine adeta ağlarla kaplanmış bir şekilde “evin sahiplerinin hikayelerini” örmüştür. Ve bu sayede onların anılarını evin içine hapsetmeyi planlamıştır. Çalışmalarından da anlaşılacağı üzere Chiharu Shiota; kitaplar, valizler ve yataklar gibi gündelik nesneleri iplik ağlarıyla bir araya getiren akıldan çıkmayan güzel yerleştirmeler aracılığıyla yaşam, anılar ve ortamlar arasındaki ilişkiyi mükemmel bir şekilde gözler önüne sermekte ve terk edilmişliğin içerisinde saklı kalan hatıraları mekanlar ve nesneler aracılığıyla gün yüzüne çıkarmaya çalışmaktadır. Sanatçı aslında hiçbir şeyin kaybolmadığını ve hiç kimsenin tam anlamıyla gitmediğini arkasında bıraktıkları ile var olmaya devam edişini göstermek istemektedir.
Geçmişin silinmeyen o izleri, hatıraları şu anı ve geleceği etkilemeyi her daim sürdürecektir. Geçmişin etkisi altında tekrarlanan ve sürekli olarak yeniden yapılandırılan bellek terk edilen mekanlar, nesneler ve geride kaldığını sandığımız ufacık hatıralar ile birlikte sanat eserlerine varlığını katarak dışavurumunu gerçekleştirmeye, fotoğraflarımızda var olmaya devam edecektir.
Son olarak yazımı aşağıdaki alıntıyla bitirmek istiyor ve bu sözleri okuduktan sonra sizin için fotoğrafın ne anlama geldiğini düşünmenizi rica ediyorum.
“ ’Görüntü için gerekli koşul, görmedir’ demiş Janouch, Kafka’ya; Kafka da gülümseyerek yanıtlamış: ‘Biz nesneleri aklımızdan çıkarmak için fotoğraflarız. Öykülerim gözlerimi kapatmanın bir yoludur.’ ”