You are currently viewing Deliliğe Övgü – Géricault’nun Monomani Serisi

Deliliğe Övgü – Géricault’nun Monomani Serisi

Merhaba çok sevgili Aralık Mag. takipçileri,

Daha önce hiç yabancı bir ülkede yapayalnız kalmış mıydınız?

Hani böyle derdinizi az biraz anlatabildiğiniz kadar konuşabildiğiniz bir dilin hüküm sürdüğü; havasının, insanlarının, binalarının, hatta hayvanlarının bile bir noktada uzak geldiği bir yer olur ya…

2019 yılının Ağustos ayında Fransa’nın güneyindeki Lyon şehri, benim için aşağı yukarı böyle bir yerdi. Hem yalnız olmanın verdiği bir heyecan vardı üstümde hem de aynı yalnızlığın getirdiği bir korku. Hal böyle olunca, ben de o zamanlar bana en mantıklı gelen şeyi yaptım. Yani kendimi en kendim gibi hissedebileceğim ve güzelce misafir edileceğimi düşündüğüm yere, Lyon Güzel Sanatlar Müzesi’ne (Musée des Beaux-Arts de Lyon) gittim. Sonuçta heykeller veya tablolar beni yargılamazlardı, değil mi?

Karşıma gözleri kan çanağına bürünmüş bu kadın çıkınca durumun çok da düşündüğüm gibi olmadığını fark ettim. Kendisi tablonun üstünden tüm fitne fücurluğuyla etrafa kötülük saçıyordu… Etrafındaki canlı bahçe ve çiçek tablolarına rağmen bu kadar güçlü bir kötülüğü nasıl süzebiliyordu? Ne haddine benim ışıltılı çiçeklerimin arasındaki huzurumu bozabiliyordu?

Géricault'nun "Monomani" Serisi

[İçsel acılar, daha sonradan Romantizm akımının da ana konularından biri haline gelmiştir.]

Salpêtrière’in Sırtlanı’nın ana hikayesinden bahsedersek…

Portrenin detaylarını incelerken kendisinin huzur bozma ehliyetine çoktan sahip olduğunu keşfettim. Théodore Géricault tarafından 1820’lerde yapılan bir serinin parçası olan bu eserin gerçek adı “La Monomanie de l’envie” (Kıskançlığın Monomanisi) veya öbür adıyla “La Hyène de la Salpêtrière” (Salpêtrière’in Sırtlanı) olarak geçiyor. Söylemeden geçmeyelim, İngilizcesi “Insane Woman” (Deli Kadın) olarak kalmış (keşke kalmasaymış).

Salpêtrière Hastanesi, ilk açıldığı zamanlarda bizdeki darülaceze olarak işlev görürken on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde daha çok ruhsal rahatsızlığı olan kişileri ağırlayan bir hastaneye dönüşmüş. Salpêtrière Hastanesi’nin başhekimi psikiyatrist Etienne-Jean Georget, arkadaşı Géricault’dan bir seri farklı akıl hastalıklarına sahip hastaların portrelerini yapmasını rica etmiş -ki bu da aslında bahsi geçen hastalıkların dışavurumlarını tıbbi bir şekilde kanıtlamak amaçlı- ve böylece “monomani” adı verilen akıl hastalığının doğasını gösteren bu portre ortaya çıkmış.

Monomaninin belirtileri ve dışavurumu

Psikoloji kaynaklarına dayanarak “monomani” teriminin basitçe on dokuzun yüzyılın yarısına kadar marazi bir takıntısı olan hastaları tanımlamada kullanılan bir patoloji olarak anlatıldığını söyleyebiliriz. Özellikle Fransız Devrimi’nden sonra gelen belirsizlik ve toplumsal travma bu dönemde artan melankoli ve akıl rahatsızlığı vakalarının genel nedeni olarak sunuluyor. Georget, monomani belirtilerini şöyle tanımlıyor: “…yoğun kan dolaşımı, güçlü arteriyel nabız, gözlerin çevresinde hararet…”

Bu belirtileri tabloda da görüyoruz: karanlık, yoğun, kasvetli ve kahverengi boşluğun içinde bulunan, aynı zamanda da neredeyse arka planla birleşmiş kahverengi üstüyle yalnızlığı ifade ettiğini düşündüğümüz tablonun tam ortasında duran kadının yüz ifadesinde kıpkırmızı, izleyiciden kaçan ama bir noktada sabitçe takılmış gözleri, tepeden gelen sert ışığın aydınlattığı kırışıklıkları, saç bandından kaçan seyrek saçları ve kaşları, yüzündeki -özellikle ağız çevresindeki- gerginliği yukarıdaki tanımla örtüşüyor.

Bu portrenin orijinali, yandaki de benim Ağustos 2019'da Lyon'da çektiğim hali.

Bahsedilen serinin dönemindeki akıl hastalıklarını inanılmaz üstün bir realizm ile gösterebilmesi ve Géricault’nun şahsının da arkadaşı Georget’ye depresyon tedavisi için danışması, benim için birbirlerinden ayrılmaz iki gerçeklikten başka hiçbir şey olmamakla beraber, bu korelasyonu sizlerin yorumuna bırakmak istediğim iki nokta olarak sunuyorum.

Géricault’nun yaklaşık iki yüz sene önce yaptığı bu eser, o zamanlar kendimi güvende hissettiğim alanda beni güvensiz hissettirmeyi başarmıştı. Bir insanın içindeki durmak bilmeyen takıntıyı ve zehri bu kadar canlı gösterebilen başka bir eser gördüğümü zannetmiyorum. “Rahatsız oldun da ne yaptın, uzaklaştın mı oradan?” diye soracak olursanız da cevabım “Aksine, onun huzursuz gerçekliğinde huzur buldum.” olacaktır…

Yazımı okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum ve size güzel bir gün diliyorum!

Kaynaklara buradan ulaşabilirsiniz.

Tuana Seda Hürmen

[email protected]

Tuana Seda Hürmen

2001 Maltepe doğumlu olan Tuana Seda Hürmen, Galatasaray Üniversitesi Felsefe bölümü öğrencisidir. Çocukluğunda babası Murat Hürmen sayesinde ilgilenmeye başladığı fotoğrafçılığa 2020 yılından beridir aktif olarak devam etmektedir. Aralık Mag ailesiyle, kurulduğu dönemde çıkan Aralık Mag Fotoğraf Dergisi’ne eleştiri yazıları yazarak tanışmıştır. Sonrasında Aralık Blog’un ekibine dahil olmuştur ve Aralık 2021’den itibaren Aralık Blog’un editörlüğünü yapmaktadır. Erasmus değişim programıyla Liège Üniversitesi’ne gidip orada aldığı “Histoire de la photographie et du photojournalisme” dersiyle fotoğraf tarihine olan ilgisini, Celil Sadık’ın online atölyeleri ile de sanat tarihine olan ilgisini pekiştirmiştir. Son zamanlarda çoğunlukla analog filmlerin renkleriyle ilgilenerek portre çalışmalarına ve amatör sokak fotoğrafçılığına devam etmektedir.