You are currently viewing Fotoğraf ve Gerçeklik

Fotoğraf ve Gerçeklik

Fotoğrafta gerçeklik, uzun yıllardır hem sanat hem de bilim alanında tartışılan bir kavramdır. Fotoğrafın bulunuşundan itibaren gerçeği olduğu gibi yansıtma yeteneğine sahip olduğu, çekilen görüntünün, var olan bir durumu, anı ya da nesneyi olabildiğince aslına uygun bir şekilde temsil ettiği düşünülmüştür. Ancak bu temsilin “gerçekliği” tartışmalıdır çünkü fotoğrafın gerçekliği bir dizi faktörden etkilenir; fotoğrafçının müdahalesi (fotoğrafçının bakış açısı, algısı, kadraj seçimi, ışık ayarları ve diğer teknik müdahaleler), izleyicinin algısı, kurgusal unsurlar…

Her insan önceden belirlenmiş sosyal, kültürel ekonomik bir ortam içerisine doğar ve söz konusu topluma ait sosyo-kültürel değerler ve inançlar bireye toplumsal gerçekler olarak aktarılır.

Fotoğrafı çekme aşamasına gelene kadar fotoğrafçının bakış açısı, ideolojik duruşu, toplumsal konumu, deneyimleri, kültürel arka planı, duygusal durumu ve zihinsel yapısı fotoğrafı çekme amacından etkilenir. Fotoğrafçı bir fotoğrafı çekmeden önce zihninde tam olarak nasıl bir görüntü elde etmek istediğini önceden hayal eder, çerçeveyi yaratır, dönüştürür ve yeniden şekillendirir. (Bu durum Edward Weston, tarafından önceden görselleştirme (pre-visualization) olarak tanımlanmıştır.) Bu nedenle de fotoğraf gerçeğin yalnızca temsili olarak kalır ve bu hiçbir zaman gerçeğin tamamını yansıtmaz. Gerçeklik ile temsil arasındaki bu ince çizgi, fotoğrafın ne derece objektif olabileceği sorusunu gündeme getirir.

Kant’a göre, gerçeklik hakkında kesin bir bilgiye ulaşmak zordur çünkü bilincimiz dış dünyayı yalnızca fenomenler dünyası (duyularımız aracılığıyla kavrayabildiğimiz gerçeklik) aracılığıyla deneyimler. Bu dünya, bizim zihinlerimizde oluşur ve deneyimlerimizle şekillenir. Kant’a göre biz nesneleri olduğu gibi değil, zihnimizin onları nasıl şekillendirdiğiyle deneyimleriz. Bu zihnimizin dünyayı anlamak için kullandığı kategoriler ve kavramlar (zaman, mekân, nedensellik vb.) aracılığıyla gerçekleşir. Öznel gerçeklik bu kategoride yer alan gerçeklik hakkında sahip olduğumuz bilginin sınırlı ve belli bir perspektiften olduğunu gösterir dolayısıyla mutlak bir hakikat sunamayacağı sonucuna ulaşılır.

Fotoğraf, gerçekliği doğrudan yansıtmak yerine izleyicinin zihninde yeni anlamlar ve duygusal tepkiler yaratır. Fotoğrafçı, çekim sırasında zihninde belirli bir görüntü ve anlam tasarlar bu da fotoğrafın kişisel bir ifade biçimi olduğunu gösterir. İzleyiciler ise fotoğrafı kendi bakış açılarına göre yorumlar ve farklı duygusal tepkiler geliştirir. John Berger, bu farklılıkların fotoğrafların çok yönlü ve dinamik anlamlar taşımasını sağladığını belirtir. Bu nedenle bir fotoğrafın tek bir doğru anlamı yoktur; onun anlamı, izleyicinin bakış açısına ve bağlama göre sürekli olarak evrilir ve yeniden şekillenir.

Platon’un mağara alegorisi, algı ve gerçeklik ilişkisini tartışırken sıklıkla başvurulan bir metafordur. Mağara, algılanan gerçekliğin sınırlılığını ve yüzeysel bilgi ile gerçek bilgi arasındaki farkı temsil eder. Gölgeler, duyusal dünyadaki yanıltıcı algıları ve yüzeysel bilgileri simgeler.

Bu alegoriyi fotoğrafla ilişkilendirdiğimizde fotoğrafın, tıpkı mağara duvarındaki gölgeler gibi gerçekliğin bir yansıması olduğu ancak bu yansımanın gerçekliğin kendisi olmadığı sonucuna varırız. Platoncu düşüncede görünen dünya, hakikatin bir gölgesidir ve fotoğraf bu gölgenin bir parçası olarak algılanabilir. Fotoğraf, gerçekliğin bir yorumunu sunar ancak bu hakikati tam olarak yansıtmaz.

Fotoğrafın neyi gösterdiği kadar, neyi göstermediği de önemlidir. Fotoğrafın bu seçiciliği, izleyicinin gerçeklik algısını şekillendirir.

Örneğin John Hilliard’ın “Cause of Death” (Ölüm Nedeni) adlı çalışması fotoğraf çerçevesinin anlam üzerindeki etkisini vurgulayan bir sanat eseridir.

Bu çalışmada aynı sahne dört farklı şekilde çerçevelenmiştir. Her bir çerçeveleme, sahnenin farklı bir yönünü vurgulayarak farklı bir ölüm sebebini ima eder. İşte her bir karede öne çıkan unsurlar:

Ölüm Nedeni, her birinin yanında, sayfanın altında yatan bireyin ölümüne farklı bir neden atfedilen metin olan dört resim sunar: Ezilmiş, Boğulmuş, Yanmış veya Düşmüş. Dört baskı da aynı negatiften alınır ve fotoğraf karesini kırparak bağlamı değiştirir. Fotoğrafçı Chris Steele-Perkins, Cause of Death hakkında “çerçevelemenin bir fotoğrafın okunma biçimini etkilediğini” ve Hilliard’ın izleyiciye “kamera yalan söyleyemese de fotoğrafların farklı gerçekleri anlattığına dair adli kanıtlar” sunduğunu yazmıştır.

Sibel Yoltay

1990 yılında Mersin’de doğdum. Üniversite eğitimimi Süleyman Demirel Üniversitesi’nde tamamladım. Kendimce yaptığım resimler ve izledikçe kendimi içinde bulduğum sinema filmleri, fotoğrafçılığa olan ilgimi arttırdı. Yaklaşık üç yıl önce fotoğraf alanında çeşitli eğitimler almaya başladım. Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümünde okuyorum. Bu alanda kendimi keşfetmeye, anlamaya ve iç dünyamı ifade etmeye çalışıyorum