Filmden alınan bu fotoğrafların olduğu sekans her şey başlamadan hemen öncesine ait. Şarkıcı kadın (Dorothy Vallens), Bobby Vinton’dan dinlediğimiz Blue Velvet şarkısını seslendirir. Oldukça büyüleyici sesiyle ve güzelliğiyle Dorothy’i izlemenin çok keyif verici olduğunu söyleyebiliriz.
Onu dinlemeye gelenler arasında ise fotoğrafta görünen 2 arkadaş (Jeffrey ve Sandy) bulunuyor. Orada olma sebepleri aslında Jeffrey’nin 1 gün önce bir cinayete ait delil bulup polis merkezine götürmesiyle başlıyor. Merkezdeki dedektif Sandy’nin babasıdır ve Sandy, babası konuşurken bu cinayet dosyası ile ilgili bir şeyler duyar. Duyduklarını Jeffrey’e aktarınca meraklı genç cinayetle ilişkisi olduğunu düşündükleri Dorothy hakkında bilgi edinmeye karar verirler. Edindikleri bilgiler doğrultusunda Jeffrey’nin yaptığı plan, kendisini hiç tahmin edemeyeceği olaylar silsilesi içinde bulmasına sebep olur.
Şarkıcı bir kadın, ona takıntılı sadistik eğilimi olan bir adam ve yolda yürürken bir cinayetin izlerine denk gelen meraklı genç bir adam… Film ilerledikçe birbirleriyle ilişkilenen bu üçlü arasındaki bilinçaltı/bilinçdışı düzeydeki birliktelik 120 dakika boyunca bizlere heyecanlı bir yolculuk sunuyor.
Erotik/gerilim kategorisine koyabileceğimiz Mavi Kadife filminde, hikayede yer alan kadın ve erkeklerin aralarında geçen diyaloglara ve tutundukları tavırlara Freudyen bakış açısıyla bakıldığında; karakterlerin bilinçaltı/bilinçdışı düzeyde anne/baba ile olan ilişkilerini bir psikoloji kitabından okurmuş gibi izleyebilmemizi sağlıyor.
David Lynch’in doğrusal ilerleyen, sürrealist tarzından ara ara uzaklaştığı ancak bilinçaltının derinliklerinde gezinip bizleri hikayedeki karakterleri analiz etmeye iten, sinemaseverlere hediye niteliğindeki Mavi Kadife şahsi olarak en sevdiğim Lynch filmi.
15 Ocak’ta aramızdan ayrılan usta yönetmen, ressam, müzisyen ve oyuncu David Lynch çok yönlülüğüyle onunla yaşamış, onunla büyümüş, onu örnek almış çoğu bireye farklı farklı konularda ilham olmuş; alçakgönüllülüğü ve üretkenliğiyle tüm dünyayı etkisi altına almış, eşi görülemeyecek, gerçek bir deha.
Kendisinin yaratım süreci ile ilgili görüşlerinin benimkiyle benzerlik göstermesinin O’na olan hayranlığımı artırdığını söyleyebilirim. Psikoterapist Rollo May, yaratımın kaygıyla var olabileceğini söyler. “Kaygıdan uzaklaşmayıp onun içinden geçerek ilerleyen birey kendini geliştirmekle kalmayıp dünyasının kapsamını da büyütür.”* diyen Rollo May; kaygının, bireyde doğru şekilde işlenmesi ve kabullenilmesi durumunda yaratıcılığının besleneceğini savunur. Yani, “Kişinin kendini olasılıklara açması, kaygıyla yüzleşmesi ve buna dahil olan sorumluluk ve suçluluk duygularını kabul etmesi öz farkındalığın, özgürlüğün ve yaratıcılık alanlarının artmasıyla sonuçlanır.”*
Kaygının kaynağı korku, korkunun kaynağı kaygı… Birbirlerini besleyen bu olguları Lynch’in filmlerinde tüm duyularımızla hissedebiliyor; izlediğimiz tüm o rüyaların, kabusların, bilincin içine adeta sürükleniyoruz. Bakıldığında Freud kaygı için “Çözümü zihinsel varoluşumuzun tümüne ışık tutacak bir bulmacadır.”* derken haklıydı. Belki tam da bu nedenledir ki Lynch, böylesi karmaşık ama özünde parçamız olan ögeleri barındıran filmleriyle varoluşumuza kendi ışığını tutmuştur.
David Lynch bir konuşmasında, hayatında psikiyatriste bir kez gittiğini ve doktora sorduğu ilk sorunun tedavi görmesi durumunda yaratıcılığının etkilenip etkilenmeyeceği olduğunu söyler. Doktorun dürüst bir şekilde etkileyeceğini söylemesi Lynch’in orayı terk etmesiyle sonuçlanır. Bu kararın doğru ya da yanlış olduğu tartışılır ancak mevzu Lynch olunca verdiği kararın pek de yanlış olduğunu sanırım söylemeyiz. Kendisinin Budizm’e merakını ve meditasyon pratikleri yaptığını biliyoruz. Belki de bu spiritüel yanı, kaygısını kullanmayı öğreten ve yaratıcılığını besleyebilmesini sağlayan temeli oluşturmuştur; ve böylelikle bizler de onun bu özgün ve sürreal bakış açısıyla yaratılmış, bir daha asla benzeri yapılamayacak o filmleri izlemişizdir…
Tabii ki sadece yönetmen koltuğunda gösterdiği özen ve başarı O’nu özel kılmıyor, yaptığı filmlerdeki müzikler, küçük detaylar, birlikte çalışmayı sevdiği ve onunla özdeşleşen oyuncular… Hepsi Lynch’in varlığını bizlere aktarım şeklinin kusursuzluğunun ayrılmaz parçaları.
David Lynch’in benim gibi pek çok sinemaseverin kalbinde yerinin farklı olduğunu biliyorum. Bu yazının da kendisine veda etmek ve teşekkürlerimi sunmak için vesile olmasını istedim. O olmasaydı, günümüz sineması şu an olduğu konumda olamazdı. Seni sevenlere kattıkların, verdiğin ilhamlar ve pek çoğumuza örnek teşkil ettiğin için teşekkürler David Lynch, huzurla uyu.
* Rollo May, Kaygının Anlamı (Okuyan Us Yayınevi)