Eli çimlere dokunan, narin parmaklarından kadın olduğunu anlayabileceğimiz biri var kadrajda. Onunla kendimizi özdeşleştirmek zor değil; iyi hissetmeye ihtiyaç duyduğumuzda hangimiz güzele koşup bir hayvana, ağaca, çiçeğe, yeşile dokunmak istemiyoruz.
Doğayla bütünleşip, evreni içinde hissedebildiğini hayal ederken bir anda fıskiyeler açılıyor ve kadın önce şaşırıyor sonrasında suyu yüzünde hissettikçe bundan keyif alıp eğlenmeye başlıyor.
Beden ve Ruh’un ana karakteri Mária’nın daha filmin başlarındaki hâl ve davranışlarından Asperger sendromu olduğunu; duyguları algılayamayan, rutinlerine aşırı sadık, sadece kişilerin yüz ifadeleri vasıtasıyla ne hissedebildiklerini ezberlemiş olduğunu düşünebiliriz. Tabii böyle bir karakterinin olması toplumdan dışlanan ancak bunu dert etmeyen ya da etmiyormuş izlenimi veren bir kadın olmasına sebebiyet veriyor.
Filmin açılış sahnesinde bir mezbahaya giriş yapıyoruz.* Dokunmakla ilgili derdi olan, hayvanlara bile dokunamayan bir kadının mezbahada kontrol uzmanı olarak çalışması tezat gibi görünse de karakter özelliklerini daha rahat algılayabilmemizi sağlayan, Mária’nın serin kanlı ve duygulardan yoksun olduğunu doğrulayan bir detay.
Mária’nın gördüğü biri kendisini ve diğeri âşık olduğu adamı temsil eden geyiklerin olduğu karlarla kaplı bir ormanda geçen lirik ve büyüleyici rüya sahneleri aracılığıyla, rüya ile gerçek arasında kusursuz bir bağ kurulmuş. Bir süre sonra Endre’nin de rüyalarında onu görmesi bizi masalsı bir aşk hikâyesine dahil ediyor.
Endre ile aynı gece, aynı rüyayı görmüş olduklarını tesadüfen öğrenmeleri üzerine aralarındaki gördükleri rüyalar ile alakalı bilgi alışverişi süreklilik kazanıyor ve yakınlaşmaya başlıyorlar. Mária’nın duygular konusunda sorunlu olması ve bu sebeple Endre ile iletişimini sıkıntıya sokması, çocukluğundan beri gittiği psikoloğunun önerdiği birkaç önerisini dikkate alıp denemeye koyulur.
Ne hissetmesi gerektiğini bilmeden yaşamı ve aşkı keşfeden Mária üzerinden anlatılan bu gerçek dışı aşk hikayesi; romantizmden uzak, rüyaların gücüyle bezeli büyüleyici bir duygular sarmalı gibi.
Beden ve Ruh, psikolojik alt yapısıyla da takdirlik bir başarısı olduğu kanaatindeyim. Ana karakterlerden, yan rollere kadar hepsinin ayrı ayrı karakterlerini algılayıp çözümleyerek filmi rahatlıkla izleyebiliyoruz. Hem basit bir konuyu bu kadar derinlikli ele alabilmesi, hem karakterlerin üzerine düşünmeden rahatlıkla çözülebilir olması, hem de sinematografik başarısı sebebiyle yönetmenin zoru başardığını söyleyebiliriz.
Ildikó Enyedi’nin başka filmlerini izlemesem de bu filmini izleyen birinin diğer eserlerine de şans vereceğinden eminim. 2017 yılında Altın Ayı ödülüne layık görülen ve senesinin En İyi Yabancı Film Oscaradayı olan bu filmi kaçırmamanızı önerir, şimdiden iyi seyirler dilerim.
* Hayvanlar konusunda hassas kişilerin bazı sahnelerde olumsuz etkilenebileceklerini belirtmek isterim.