You are currently viewing Geçmişe Yolculuk: Stanley Kubrick’in Dehası

Geçmişe Yolculuk: Stanley Kubrick’in Dehası

İtalyan fotoğrafçı Paolo di Paolo ile başladığım sergi yazınları dizisi, bu ay kendisini “Lolita (1962)”, “A Clockwork Orange (1971)”, “2001: A Space Odyssey (1968)”, “Eyes Wide Shut (1999)”, ”Full Metal Jacket (1987)”, “The Shining (1980)” ve daha sayısız kült filmin yönetmenliğiyle tanıdığımız Stanley Kubrick ile devam ettiriyor. Teoride akla oldukça mantıklı gelen düşünce, iyi bir film yönetmeninin muhakkak iyi bir fotografik göze sahip olduğudur. Diğer yandan tarihte pek az yönetmen aynı zamanda iyi birer fotoğrafçıdır. Kubrick onlardan biriydi; hem de çok kısa bir zaman için, çok da genç, henüz ilk uzun metrajlı filmini çekmemişken… Peki nasıl olmuştu da Kubrick, hareket etmeden önce durabilmeyi göstermişti dünyaya? Gelin biraz geçmişe gidelim…

İlk Adımlar | Bronx, 1928

26 Temmuz, 1928 New York doğumlu Kubrick’in çocukluğu orta sınıf halkın çoğunlukta yaşadığı ve refah düzeyi kabaca yüksek olan Bronx mahallesinde geçiyor. Oldukça hayta bir öğrencilik dönemi yaşarken başlıca fizikçi babasının yardımıyla satranca ve fotoğrafa merak salıyor. Hatta o sıralar hayallerinden biri de caz bateristi olmak. Yalnızca 13’lü yaşlardayken evlerinde bir karanlık oda kurulması aslında ebeveynlerinin Kubrick’i ne denli içten desteklediğini gözler önüne seriyor. Onun için bu ilgilendiği alanlar gelip geçici hevesler değil…

Kubrick, henüz 16’sında ve dersleri biraz iyi olsa yüksek olasılıkla babasının yolundan gidecek; fakat ana dili olan İngilizce dersinden bile kalmayı becerir. Bir anda liseyi terk edip o sıralar çektiği fotoğrafları dönemin en prestijli fotoğraf dergilerinden biri olan Look Magazine‘in editörlerine sunacak kadar da cesurdur. Dehası karşısında etkilenen dergi yönetimi Kubrick’i çırak olarak haftalık 50$ ile işe başlatır. Yalnızca beş sene içerisinde (1945-1950) Kubrick, 12.000 civarı negatif biriktirmiştir…

New York, New York | 1945 sonrası

O dönemler Kubrick’in yer aldığı Look Magazine‘in odağı bir diğer prestijli dergi olan Life Magazine‘e kıyasla, dünyada olup biten evrensel hadiseler veya cihan harplerinin sonuçlarındansa birçok eleştirmenin perspektifinden kısmen daha hümanistik, hayata dair, yerel olarak tanımlanmış. New York dışına pek nadir adımını atan Kubrick’in bahsedilen beş senelik süreçte çektiği sokak fotoğrafları 20.yy’ın ikinci yarısının yaşayışına, alışkanlıklarına ve pratiklerine göz doyuran bir berraklıkla ayna tutmuştur.

26 Şubat – 22 Mayıs 2022 tarihleri arasında Lizbon’da katılma fırsatı bulduğum sergi (Through a Different Lens: Stanley Kubrick Photographs) koridorlarında dolaşırken içimden sayısız defa geçirdiğim sözler şunlardı: “Bu gözler doğru zamanda, doğru yerde durmayı bilmişler.

Dünyanın iki büyük savaş atlattığı dönemlerden bahsediyoruz ve o coğrafya ise çağın gayriresmi başkenti New York. Akla gelebilecek her alanda yaşamın tekrar yeşerdiği zamanlar, mümkünü olmasa da geçmiş yaraları sarmak adına belki. Yenilikler, özgürlükler ve sanatın yani bir nevi Rönesans’ın yaşandığı bir zaman dilimindedir Kubrick. Boynunda Contax’ı, meraklı gözleri ve kendisine has geometrik anlayışıyla sokakları arşınlar, ister istemez ilerleyen yıllarda yöneteceği filmlerde kullanacağı gözü eğitir; cümbüşü varın siz düşünün.

Fotoğraftan Sinemaya | 1960’lar ve sonrası

Şimdi bir fotoğrafçının gözünden tekrar ele alalım hatırladığımız Kubrick filmlerini; tüm bir sinematografiyi, anlattığı hikayelerdeki gizemi ve dramayı, kompozisyonları… Dahası, işin teknik tarafına değinecek olursak birçok sinema yönetmeninin set çekimlerinde kullanılacak lenslerle şöyle böyle ilişkili olduğunu görürüz. Çünkü işi bu olan başka insanlar vardır çevrelerinde; oysa Kubrick fotoğrafçılık geçmişinden gelen deneyimiyle ışık ve kompozisyon seçimlerinde olduğu kadar lens seçimlerinde de titizdir.

1960’larda Carl Zeiss adlı dev lens firması NASA için dünyanın en hızlı portre lensini üretmiştir (f0.7) ve bilin bakalım bu üretilen 10 adet lensten 3’ü kimin elindedir? 1975 yılında The Luck of Barry Lyndon romanından uyarladığı Barry Lyndon adlı filmde tüm mum ışığında geçen sahneler bu lens ile çekilmiştir, peki niçin?

Analog fotoğrafçılık ile yakından ilgilenenlerin daha iyi tahmin edebileceği gibi doğal ışığın yerini tutabilecek başka bir ışık türü yoktur. Misal; fotoğrafçılıkta flaşın kullanımı filmin tonlarını öldüreceğinden Henri Cartier-Bresson da dahil olmak üzere birçok fotoğrafçı yapay bir ışığı tercih etmez. Bu sebepler, kendilerini daha hızlı dediğimiz yani diyaframı daha geniş açılarak içeriye daha fazla ışık alabilecekleri lens kullanımlarına yöneltir. Böylelikle uygun film seçimlerinin de yardımıyla en karanlık ortamlarda dahi çekim yapılabilir.

Kubrick’in fotoğraf gözü günümüz yönetmenlerinden Steven Spielberg, Martin Scorsese, Wes Anderson ve Paul Thomas Anderson gibi birçok büyük ismi etkilemiştir. Meraklıları için Kubrick’in kullandığı 20 adet farklı lense dair bilgilendirici videoyu arka plan hikayeleriyle birlikte hemen aşağıda bulabilirsiniz.

Dehası ve dahası

Sergide bulunan 120 fotoğraf çerçevesinde dikkatimi çeken bir başka unsur da fotoğrafların ne denli yakın perspektiften, dramatik, film-noir kalitesinde oluşlarıydı. Bundan da öte bir noktada Kubrick’in sokak fotoğrafçığıyla kalmamış olup ünlüler dünyasına da adımlarını atmış oluşu ve dönemin o ışıltılı figürlerini tüm samimiyetiyle aktarışıydı. Boksörlerin soyunma odasındaydı, sahne arkasında prova hazırlıkları yapan aktrislerle aynı şampanyayı yudumluyordu, sokak gösterilerinde en ön saflarda olmayı bırakın, o gösterinin bir parçasıydı.

Belki de en önemlisi, daha o zamanlar bir sanat yönetmeniydi ve her karesi aslında bir film sahnesinden alıntı gibiydi, gerçek hayatın sahnesinden enstantaneler… Yakın zamanda basılan fotoğraf kitabının (Stanley Kubrick Photographs. Through a Different Lens, TASCHEN) yardımcı editörü Reuel Golden’ın da belirttiği gibi; birçok karesine baktığımızda hissettiğimiz sanki Kubrick’in o ortamda fiziken var olmayışı, kendini yok edebilme yetisi; oysa diğer yandan kendisini öyle güçlü bir şekilde duyumsayışımız belki de Kubrick’in dehasının parçalarından biridir.

Efe Ersoy

1993 Bursa doğumludur. 2011’de Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi ile başlayan öğrenim serüveni Lizbon, Portekiz’de devam etmektedir. Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunudur. 2017 yılından bu yana film fotoğrafçılığı ile yakından ilgilenmekte, kendini bir renk koleksiyoncusu olarak tanımlamaktadır. Fotoğrafçılık, yaşamında kendini arayışıyla paralel yönde gelişen; deneyim ve bilgiyle yoğruldukça da hayatına daha derinden nüfuz eden bir tutku halini almıştır. Başlıca portre, sokak, obje ve mimari fotoğrafçılık alanlarında üretmeye devam ederken nihai amacı zamana ve kendisine meydan okumak; dünyaya yönelttiği penceresinden görünen manzarayı arşivlemek ve paylaşmaktır.