Yüksek tepelerinde yaz kış kar eksik olmayan, her mevsimi yağışlı, zaman zaman sisli bir havası olan, sık ormanlarla kaplı, irili ufaklı şelalelerin ve akarsuların vadiye aktığı bir memleketin, yamaçların üstünde sıra sıra kurulmuş köylerinin birinde, bir kız çocuğu dünyaya gelmek üzereydi.
Coğrafyanın bulunduğu zorlu koşullara kış mevsimi de denk gelince doktor bulmak imkansızdı. Köyün yaşlı ebesi ve dua eden kadınlar eşliğinde, titreyen lüküs (gaz lambası) ışığının altında, ahşaptan yapılma eski evin tahtalarının arasından gelen çığlık sesleriyle doğum gerçekleşti.
Doğum gerçekleşti ama aniden kesilen çığlık sesleri bir anda ağıt seslerine dönüştü. Aşırı kan kaybından dolayı cansız bir bedene dönüşen anne, geceye büyük bir hüzün katarken, odada bulunanları doğan bebeğin ağlama sesi teselli ediyordu.
Kanlar içindeki bebeği, sıcak suyla yıkadılar. Bembeyaz teni ve masmavi gözleri ortaya çıktı. Teyzesinin bakımını üslendiği bebeğin adını Şefika koydular.
Şefika’nın babası ise başka memleketlerde gurbete çalışmaya gitmiş olduğu için evde değildi. Zaten babasından bir daha haber alınamamıştı. Teyzesi, Şefika’nın annesiz ve babasız büyümesini hissettirmemek için eliden geleni yapsa da içine kapanık bir çocuk olarak büyümesini engelleyemedi.
Şefika, içine kapanık olduğu kadar çok çalışkan bir kadın olmuştu. Sabah erken kalkar, akşama kadar ahır, bahçe ve çay işleriyle uğraşır, yorgunluk nedir bilmezdi. Sanki içinde bitmek tükenmek bilmez başka bir güç vardı. Durumundan asla şikayetçi olmazdı. Belki de çalışırken yalnız olduğu için sessiz kalmaktan da mutlu oluyordu.
Yaşadığı memlekette, kış dönemleri köyünde geçerken, yaz dönemleri ise yaylada geçerdi. Yaz mevsimine doğru yayla yolculuğu için hazırlıklar başlardı. Yaylada kullanılacak eşyalar, yiyecekler, giyecekeler istiflenirdi ve hayvanlara yüklenecek şekilde hazırlanırdı. Yaylaya göç etmek çok zorluydu. Yarım günden fazla sürecek bir yürüyüş gerektiriyordu. Yükler hayvanlara yüklenir, çocuklar da tepelerine oturtulurdu. Sabahın kör karanlığında yürüyüş başlar ve bütün köy yaylaya doğru göçe başlardı.
Şefika, yürüyüş boyunca hayvanların yanında olurdu, onlarla konuşurdu ve eğlenirdi. Hayvanların acınası durumlarına üzülüp moral verdiğini düşünürdü. Hem bu şekilde yolculuk süresi daha hızlı geçerdi. Belki de hayvanların dilinden gerçekten anlıyordu.
Yaylacılık genelde hayvanlarla ilgilenmekle geçiyordu. Hayvanları otlamaları için geniş alanlara götürürlerdi, akşam olunca da ahıra dönmeleri sağlanırdı. Şefika, teyzesinin sığırlarından sorumluyu. Sabahtan akşama kadar sığırların peşinden ayrılmıyor, başlarına bir iş gelmesin diye üzerlerine titriyordu. Her zaman sığırlarla konuşuyordu ve gülüşüyordu. Yaylacılar da Şefika’nın bu durumuna alışıklardı.
Yaz bitiminde biçilmiş otlar toplanır, yapılan yiyecekler sepetlere koyulur, bir kısmı insanların sırtında bir kısmı da hayvanların sırtında taşınacak şekilde paylaşılır ve yayladan köye göç başlardı. Seneye yaylaya geldiklerinde yiyecekleri olsun diye, küplere peynir ve tereyağ basılırdı ve toprağa gömülürdü.
Yayla zamanları verimli ve güzel geçmişti. Sevdalık edenler buluşmuş, horonlar oynanmış; bal, tereyağ, peynir üretilmiş, kocakarılar bol bol dedikodu etmişti.
Köylerine dönüş yapan yaylacılar, mutlulukla türküler söyleye söyleye köyün yolunu tuttular. Şefika yine teyzesinin sığırlarıyla konuşup gülüyordu. Ancak, teyzesi bu defa Şefika’da bir gariplik sezinliyordu. Şefika sanki hayvanlarıyla değil de yanında birisi varmış gibi davranıyordu. Arkasını dönüp teyzesiyle göz göze geldiğinde ise utanıp susuyordu.
Akşam oldu, hava karardığında gaz lambaları yandı ve vadiden köy patikasına ayrılan yola geldiler. Hayvanlar; karanlık, dar ve çamurlu patikayı sırtlarındaki yüklere rağmen köye çıkarmayı başardılar. Köylüler yorgun argın yükleri kapıya boşaltıp, dinlenmeleri için hayvanları ahıra doğru götürdüler. Evlerine gelen köylüler, sadece yataklarını kurabildiler ve diğer işleri ise ertesi güne bıraktılar. Günün yorgunluğu ile sönen ışıklar bir anda köyü sessizliğe bürüdü. Bütün köy derin bir uykuya daldı. Sadece bir kişi uyumamıştı…
Sabah olduğunda, köyün bütün evlerinden dumanlar yükseliyordu. Taze pişmiş ekmek kokusuna yayladan gelen tereyağı, peynir ve çiçek balı kokuları eşlik ediyordu. Şefika’nın evinde uzun bir masa kuruldu. Kokulara uyanan hane halkı sofrayı kurmaya yardım ettikten sonra masaya oturdu.
Teyzesi, Şefika’yı masada göremedi. Yorgun olduğu için uyanmadığını düşünerek sofraya oturdu ve kahvaltısını yapmaya başladı. Zaten yapılacak çok fazla iş vardı. Bir dilim ekmeğe tereyağı ve bal sürerek Şefika’nın odasına götüren teyzesi, odanın boş olduğunu fark ederek telaşla sofrada oturanların yanına koştu.
– Şefika’yı gördünüz mü? Odasında yok. Nereye gider bu deli kız?
Telaşla sofradan kalkan hane halkı, Şefika’yı aramaya başladı. Ancak ne ahırda, ne serenderde, ne de çaylıklarda vardı. Hiçbir iz bulunamayan Şefika’yı aramak için köylüler de kollarını sıvadı. Ancak onların da yardımı Şefika’yı bulmaya yetmedi.
Şefika’nın teyzesi, son çare olarak hoca çağırma kararı aldı. Belki de hoca okuyup üfleyerek Şefika’nın bulunmasını sağlayacaktı. Çevre köylerin birinden, daha önce kaybolan insanları bulan bir hoca bulunarak getirildi. Hoca eve geldiğinde durumu dinledikten sonra harekete geçti. Garip sesler çıkararak evin içini dolaşmaya başladı.
Bir yandan da işaret parmağını uzatmış bir vaziyette kolunu yelkovan gibi çevirmeye başladı. Küçük çocuklar korkmuş bir vaziyette annelerinin arkasına saklanarak hocanın yaptıklarını izliyordu. Evin çeşitli noktalarında dua okuyarak muskalar asan hoca, Şefika’nın teyzesine dönüp dışarıda ateş yakmasını söyledi. Şefika’nın en sevdiği yemeği bu ateşte pişireceğini iletti. Teyzesi söyleneni yaptı ve iç yağlı fasulye pişirmeye başladı. Hoca yemek pişerken garip sesler çıkarmaya devam ediyordu ve ateşe üflüyordu. Şefika’nın teyzesi yemeğin pişmesine doğru en son kuru naneyi de ekleyince, yemeğin kokusu bütün köyü sardı.
Kokunun etkisiyle olsa gerek, evin kapısına uzanan patikanın başında, sislerin arasında bir insan belirdi. Eve doğru yavaş adımlarla yaklaşmaya başladı. Yaklaştıkça yüzü seçilen kişinin Şefika olduğunu fark eden teyzesi, telaşla tabağa yemek doldurmaya başladı. Hoca Şefika’nın gelişini görünce duasına başladı. Kardeşinden emanet olan Şefika’yı görünce sıkıca sarılan teyzesi;
– Neredesin be kızım! Beni çok korkuttun! dedi.
Şefika bir yandan eline tutuşturulan tabaktaki yemeği yerken diğer taraftan cevap veriyordu;
– Ben artık evlendim. Başka yerde yaşıyorum.
Şaşkınlıkla Şefika’ya bakan teyzesi;
– Ne evlenmesi, kiminle evlendin? diye sordu.
– Evlendim işte, aha ta orada yukarda yaşıyoruz, dedi.
Şefika’nın bir periyle kaçtığını düşünen hoca, Şefika’nın teyzesine dönüp sessizce;
– Bu kızımız insan kılığına girmiş bir peri tarafından kaçırılmış.
Teyzesi, Şefika’yı zor da olsa eve sokarak bir süre dışarı çıkmasına izin vermedi. Şefika bu yaşadıklarını unutana kadar eve kapatılmış vaziyette yaşadı. Dışarı çıksa da evin avlusundan bir yere gitmedi. O evde ölene dek konuşmadan yaşamaya devam etti.
Bir döneme damgasını vuran peri hikayeleri yaşanmış var sayıldı. Bazen de çocukları korkutmak için bu hikayeler anlatıldı. Değişen dünya düzeni ve gelişen teknoloji ile periler de hikayeleriyle birlikte o diyarları terk ettiler. Ya daha ilkel kalan toplumlara musallat oldular, ya da başka dünyalar aramaya gittiler.
Kim bilir? Belki de terk edilmiş köy evlerinin çatı aralarında gizleniyorlardı..
Yolkıyı Köyü’nden Sebali’nin anısına..
İğne Deliğinden Hikayeler 2 / Peri
Bahadır Duman, 2022