"Zeytindağı Çocukları"
Bu yazı 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne özel olarak hazırlanan ve tüm uluslararası insan haklarını kapsayan bir proje olan ‘Zeytindağı Çocukları Belgesel Projesi’nin çalışma notlarını kapsamaktadır. Dünya’daki tek çocuk bayramı olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mıza ithafen, Dünya çocuklarının tüm hakları ‘Zeytindağı Çocukları’ ile bir kez daha hatırlanmaktadır.
7 Ekim 2023’ten beri Gazze’de 18000’den fazla çocuğun öldürüldüğü ve dünyada çok kötülüğe maruz kalınan vahşet dolu bu yeryüzünde çocuk haklarını korumaya devam etmenin önemini bir kez daha hatırlıyor ve yolumuza belgelediğimiz fotoğraflarla devam ediyoruz…
Gerçek Seni Ne Zaman Özgür Kılar?
İNSAN
Uğruna savaşacak hiçbir şeyin kalmadığında mı, yoksa bir soykırımın ortasında hayatta kalmak için mücadele etmek zorunda kalmanın öfkesi bütün benliğini sardığında mı?
İnsanlığın binlerce yıldır var olma ve kendini bulma çabasının içerisinde fotoğrafında yer aldığı bir dünyadayım. Fotoğrafik bakışta; görsel antropolojinin önemini keşfettiğimden beri; göç, kadın ve çocuk sorunları hayatımda önemli bir üçgende şekilleniyor. Karşılaştığım olaylar zihnimde bir fotoğraftan çok daha fazlasını inşa ediyor. Beni özgür kılan her şeyin; diyalog, duygusal aktarım, fiziki temas ve anda kalmaktan ileri geldiğini kavradığım zamanlardayım. Gezdiğim, gördüğüm ve karşılaştığım her yeni durum bir fotoğraftan çok daha fazlası… Buradaki asıl hikaye; yolda kalmaktan geçerken hatta yolun ta kendisiyken. Sadece ân… Sonrası yok.
Benliğimde insan hikayeleri ve hikayenin Ân’ında kalma dürtüsü bu kadar derinleşmişken fotoğraf makinem bu gerçekliğin neresinde duruyor?
Ve eğer fotoğrafların tarihe bırakılacak en önemli belge niteliğinde olduğu gerçeğini kabul ediyorsak, aktarmayacağım bir bilginin Ân’daki mutluluğa faydası ne! ‘diye soruyorum.
İşte bu noktada her fotoğrafçının kendi gerçeği ve özgür stili devreye giriyor.
Bir fotoğraf farklı disiplinleri bir araya getirebilen kesin bir belge niteliğinde olduğuna göre; insanların fiziksel ve ruhsal durumlarını aktarabilecek en önemli araç olması kaçınılmaz. ‘Sosyal güç, vicdan, anlam ve etik, psikoloji̇, doğru tanımlama ve belge aktarımı…’ Öncelikler sıralaması doğru yapıldığı zaman bütün taşların aslında yerine oturduğunu görebiliyorsunuz.
GÖÇ
Ekim 2024.
İsrail soykırımından kaçan Filistin halkının yaşamak zorunda bırakıldığı tozlu Kahire sokaklarında dolaşıyorum. Şehrin her yeri alabildiğine sarı ve kahverenginin tonlarına bezenmiş… Gözlerim zeytin ağaçlarını arıyor… Kahire’nin batısına, Gizza Piramitlerine doğru ilerleyen Tunus Köy yolunda küçük bir kız çocuğunun yüzünü örtercesine gizlediği anı kadrajıma alırken karşılaşıyorum o incecik dallarla. Direnişin ve dayanıklılığın sembolü olan zeytin ağacı yüzlerce yıllık kökleriyle var olma mücadelesi verirken yine bir kız çocuğunun başucunda çoğalıyor, filizleniyor…
Ben ise bir zeytin ağacı gibi köklenmeye çalışan savaş mağduru çocukların sırtlarını yasladıkları Zeytindağı’nın o masum hayatlarında neyi sembolize ettiğini anlatmak için bu yollara düşüyor, ‘20 Kasım Dünya Çocuk Hakları’ gününe özel; savaş ve zorunlu göç gibi toplumsal sorunlardan etkilenen insanların yaşamlarını konu aldığım kişisel sergi hazırlığım için çalışmalar yapıyorum.
Savaşlar başta olmak üzere tüm toplumsal sorunlardan en çok etkilenen, en çok mağdur edilen nitekim göç etmek zorunda bırakılan dünya çocuklarının hikâyesi… Şehrin neredeyse en alt tabakasında yaşamak zorunda kalan insanların göç yolculuklarına tanıklık etmek için ziyaret ettiğim her aile evinde benzer acılar var. Maruz kalınan zorbalık ve çaresizlikle gelen büyük ruhsal yıkımlar, yoğun kaygı, endişe ve güvensizlik. Zihnim öylesi derin cümlelerle doluyor ki, gerçekliğin özgür kıldığı konu başlığı yüzleştiğim yaşamlarla ancak bu denli örtüşüyor.
2011 yılında başlayan Suriye iç savaşına dayanan ‘Göç Fotoğrafları’ projemle; günümüzde soykırımın en ağır şekilde devam ettiği Filistin başta olmak üzere Ukrayna’dan da zorunlu göçe maruz kalmış insanların sessiz çığlıklarına tanıklık ediyor, savaşların kadınlar ve çocuklar üzerinde bıraktığı tahribatın ne kadar ağır olduğunu yaptığım araştırmalarımda çarpıcı bir şekilde görebiliyorum.
ANTİTEZ
Kahire seyahatimde aslında kendi ülkemizde de büyük bir sorun haline gelen göçmen sorununun dünyanın neredeyse her yerinde aynı paralelde ilerlediğini gözlemliyorum. Olay ‘sadece biz göçmen istemiyoruz’ meselesinin de ötesinde… Ülke şartları olarak mevcut yaşayan halkı bile asgari bir konfora ulaştıramıyorken, gelen göçmenlere iyi şartlar sunmak ne kadar mümkün? Bu aslında çoğu zaman bizim hayal kırıklığımızdan çok onların hayal kırıklığına dönüşebiliyor.
Soru şu;
Ne için geliyorlar, ne buluyorlar?
Bu durum bir ülkenin sosyolojik iklimine kısa ve uzun vadede nasıl etki ediyor?
Bu insanların bu şartlarda davet edilmesi, bize kötülükten çok, asıl onlara mı iyilik?
Hayal kırıklığı ile karşılaşmış bir kitle, o toplumun hangi dinamiklerini değiştirir?
Eğer değiştirirse onları mı suçlayacağız sonunda?
Görüyorum ki bu soruların cevapları sadece kendi sınırlarımız içerisinde değil Kahire’ye getirilen insanlar içinde aynı minimalde seyrediyor. Tehlikeli̇ sağlık koşulları, korumasız bırakılan ihtiyaçlar ve savunmasızlık birçok belgeselci için fotoğraftan çok daha derin araştırma konularına dönüşüyor.
Gözlem ve notlar…
Üzerine çalıştığım fotoğraf projeleri ve yaptığım araştırmalar gösteriyor ki; insanların yaşam hakları üzerine yapılan her belgesel çalışması aslında sürekliliğin başlangıcı olarak seyrediyor. Girdiğiniz alanlardan sadece proje üreterek ayrılamazken; insanlarla uzun soluklu diyaloglar ve süreklilik içinde olmak fotoğrafını çektiğiniz kişiler ile ilişkinizi somutlaştırıyor. Olaylara ne kadar geniş perspektiften bakarsanız düşünce dünyanızla beraber çektiğiniz fotoğraflar da bir o kadar güçlü oluyor. Bu durum fiziki olarak yapmak zorunda olduğunuz bir mecburiyet olmasa da, kurulan bağın verdiği hassasiyetle yoğrulan bir isteğe dönüşüyor…
Sanatçının görme – algılama – aktarma şekli ve en önemlisi tutumu fotoğrafın ve fotoğraf tarihinin bütün hatlarını oluşturuyor…
Zeytindağı Çocukları









Diala, Amira, Nada, Fidda, Mustafa, Muhammet…
Ve tüm dünya çocukları için!
Saygılarımla Hilal BAYAR