Roland Barthes fotoğraf hakkında ne biliyordu? Fotoğrafın üç değişik duygunun/niyetin nesnesi olduğunu gözlemlemiş: Yapmak, maruz kalmak ve bakmak. ‘‘İşletici fotoğrafçıdır izleyici ise biziz.’’ der.
Kendisini fotoğrafçı olarak görmüyordu çünkü ürettiğini hemen görme sabırsızlığından dolayı kameranın arkasında olmayı tercih etmemiş. Fotoğraftaki deneyimini ise gözlenen ve gözleyen öznelerin deneyimleri olarak açıklıyor.
Gözlenen özne deneyimlerinde; öznenin poz verme işlemine girdiğinde bambaşka bir beden yarattığını, kendini dönüştürdüğünden bahseder. Özellikle portre fotoğrafında birbirine karşı koyan dört kuvvet olduğunu: Mercek önündeki ben, aynı anda olduğumu sandığım, başkalarının olduğumu sanmalarını istediğim, fotoğrafçımın olduğumu sandığı ve fotoğrafçının sanatını göstermek için kullandığıımdır. Bu yüzden kendisinin her fotoğrafı çekildiğinde bir sahtekârlık duygusunun acısını çektiğini, fotoğrafta kişinin (kendisinin) ölümü hâline geldiği ve vahşice bir nesneye dönüştürüldüğünü belirtir. Aynı zamanda fotoğrafçının özneyi fotoğrafta var etme şeklinin korkusunu “belirsiz bir evlatlığın acısıyla” yaşadığından da bahseder. Benim görüntüm yaratılacak: Acaba antipatik bir bireyden mi, yoksa iyi türden bir bireyden mi doğacağım? En sinsi hilelere hazır, insaflarına bırakılmışımdır…
Barthes’ın kendini keşfettiği ve kendisi olduğuna inandığı kısım ise “izleyici”nin fotoğrafları. Fotoğrafların kendisinde yarattığı çekiciliği esas alıp derinlemesine incelemek, görmek, hissetmek, düşünmek istiyordu. Fotoğrafın felsefi olarak dönüştürülemeyeceğini ve sözlerle anlatılamayacağını düşünen Barthes, fotoğrafı her iki yaprağını birbirinden ayıramayacağımız katmanlı nesneler sınıfına dahil eder. Pencere ve görünüm, iyi ve kötü, tutku ve nesnesi (kavrayabildiğimiz ancak algılayamadığımız ikilikler) olarak tanımlar. Ona göre fotoğraf, daima göndergesini yanında taşır. Barthes, tüm bu kategoriler dışında “Studium ve Punctum” olarak iki kavram daha önermektedir.
Studium: İnceleme, uygulama ve çalışma anlamlarını barındıran bir kelimedir ve fotoğrafın semiyolojik (göstergebilimsel) olarak okunması anlamına gelmektedir. Fotoğrafı analiz etmeye yönelik olan bu okuma biçimi, onun içerisinde yer alan kültürel, sosyal, tarihsel ya da politik alt metinleri irdelemek, incelemek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla studium kavramı, bilgi ve kültürün bir sonucu olarak, klasik bir bilgi kitlesine gönderme yapmaktadır. Barthes, ‘‘Bu kadar çok fotoğrafla ilgilenmem ancak studium yoluyla olur: Çünkü biçimlere, yüzlere hareketlere, mekânlara ve eylemlere kültürel olarak katılırım.’’ der.
Punctum ise, Latince sivri uçlu bir nesne ile oluşturulan iz, delik, sıyrık anlamına gelmektedir. Buradan hareketle Barthes, Punctum’u fotoğrafın içinden yükselen ve insanı delip geçen bir anlam olarak ifade etmektedir. Bu ayrıntı, nesnenin herhangi bir parçası olabileceği gibi fotoğrafta tamamen rastlantısal olarak bulunan öğede de olabilir. Studium ile arasında bir bağıntı kuralı yoktur. Fotoğrafın kişisel tarafı olmakla birlikte hiçbir çözümleme gerektirmeyen ‘ayrıntıya’, yeni bir fotoğrafa bakıyormuş gibi hissettirir. ‘‘Bu yüzden Punctum’a örnekler vermek bir bakıma kendimi teslim etmektir.’’ der.
Fotoğrafta aradığı şey duygunun dokunaklı kasıtlılığı; nesnenin bir anda tutku, itki, nostalji, ve zindelik duygusunu içine çekiveren görüntüsü. Kısaca bilgi ya da deneyimle açıklanamayacak olan, her fotoğrafta olması gerekmeyen bu kavram, imgeyi kişiselleştirip tekilleştirdiğimiz bir detaydır.
‘‘Görüntü için gerekli koşul, görmedir.’’ demiş Janouch, Kafka’ya. Kafka da gülümseyerek yanıtlamış: ‘‘Biz nesneleri aklımızdan çıkarmak için fotoğraflarız. Öykülerim gözlerimi kapamamın bir yoludur.’’ Bu örnekle fotoğrafın sessiz olması gerektiğini ve görüntüyü görebilmek için ancak başka bir yana baktığımızda ya da gözlerimizi kapadığımızda görüntüyle konuşabilmemizi sağlayacağını belirtir.
Barthes, James Van Der Zee’nın 1926’da fotoğrafladığı Family Portrait adlı çalışmasının studiumunu fotoğrafta aile yaşamını, konformizmi, bayramlık giysileri, beyaz adamın niteliklerini kazanmak için girişilen sosyal ilerleme çabasını dönemin kültür konusu üzerinden aktarıyor. Fotoğrafın Punctum’unu ise yani kendisini delip geçen şeyin; ellerini bir okul çocuğu gibi arkasında kavuşturmuş olan kadının düşükçe bağladığı kemer ama hepsinden öte, O’nun bağcıklı ayakkabıları olduğunu söylüyor. (Bu eski moda bana niçin bu kadar dokunuyor? Hangi zamana götürüyor? Özellikle bu Punctum bende şefkat duygusu uyandırıyor.)
Fakat daha sonra, bu fotoğrafın içinde işleyip durması ile Punctum’un belli bir görünmezlik barındırabileceğini fark etmiştir. Fotoğraftaki asıl Punctum kadının taktığı kolyeydi; çünkü bu kolye, halasının taktığı ve ölümünden sonra aileye ait eski bir mücevher kutusuna kapatılan kolyenin aynısıydı. (Bu halam hiç evlenmedi yaşlı bir ev kızı olarak annesiyle yaşadı, bense onun o kasvetli yaşamını düşündükçe hep hüzünlenirdim.)
Son olarak Punctum için bir ‘eklemedir’ der, fotoğrafa eklediğim şey aslında orada olan bir şeydir. Fotoğrafta bir kör alan sezilir, kod bunu benden önce söyler, benim yerimi alır, benim konuşmama izin vermez. O halde Punctum bir gizli ötedir. Görüntü görmemize izin verdiğinin ötesinde bir tutku başlatmış gibidir.
Özetle, Barthes’ın Punctum ve Studium kavramları, fotoğrafın görsel ve duygusal etkilerini ayrıştırmak için geliştirilmiş kavramlardır. Punctum, izleyiciyi sarsan, beklenmedik bir şekilde gelen kişisel bir etkiyken; Studium, fotoğrafın daha yapısal ve kültürel bağlamda değerlendirilmesini sağlar.
Çoğu fotoğrafları izlerken ayrılan süre üç saniye bile değil iken çok nadiren de olsa bazı fotoğraflarda donup kalırız. Bizi delip geçen bir kör alanı vardır. Anlamlandıramadığımız sözcüklere dökemediğimiz bir gizli ötesi… Beni derinden etkileyen ama ne olduğunu uzun bir süre bulamadığım bir fotoğrafı paylaşmak istiyorum. Bir anadolu fotoğrafı. Arka planda müthiş dağ manzarası griliği ve ince kar dokusuyla fotoğrafa buhranlı bir hava katarken, ön plandaki iki kardelen çiçeği, bütün bu griliğe karşı umut dolu bir direniş göstermiş. Fakat beni asıl etkileyen, onların inatçı varlığı değildi. Solda, ayakta duran o çocuk… Dağınık saçları, soğuktan kazağının içine saklanmış elleri… Ama en çok da o al yanaklar, o donuk bakışlar belleğimin gizli alanını çalıştırmış, benim yerime konuşmuş ne olduğu henüz belirsiz bir tutku yaratmıştı. Nasıl olduğunu anlamadığım bir zamanda belki başka tarafa bakarken belki gözlerimi kapadığımda, belleğim bu fotoğrafı başka bir görüntü ile buluşturdu… Ve evet beni bırakın ben artık fotoğrafla konuşuyorum: O çocuk bendim, O çocuk benim çocukluğumdu… Çocukluğuma ait elimde kalan tek fotoğraf karesinden bana dair olan her şeyi çekip getirmişti…
Peki ya sizin Punctum’unu bulduğunuz bir fotoğraf oldu mu?