Sanat, tarihin her döneminde insanın varoluşsal sorularına cevap aradığı bir alan olmuştur. Bu alan, bazen bir fırçanın ucunda, bazen bir kameranın lensinde, bazen de bir şairin dizelerinde hayat bulur. Luigi Ghirri, 20. yüzyılın en önemli fotoğraf sanatçılarından biri olarak, bu varoluşsal arayışı, modern dünyaya özgü bir bakış açısıyla ortaya koydu. Ghirri’nin fotoğraflarında gördüğümüz şey, sıradan olanın içindeki olağanüstü gerçeği keşfetme çabasıdır. Bu çaba, “Gerçek Seni Özgür Kılar” kavramıyla birleştiğinde, sanatsal bir özgürlük manifestosu haline gelir.
“Çok uzaklara hiç seyahat etmedim.” Luigi Ghirri’nin ilk yazılarından biri olan “Kartondan Manzaralar”, 1973 yılında Il Diaframma/Fotografia Italiana dergisinde yayımlandı. Bugün okunduğunda oldukça basit bir cümle gibi görünse de, fotoğraf çalışmaları ve sanatsal kariyeri boyunca bu çalışmalara eşlik eden harika kısa metinler ışığında, ilk bakışta göründüğünden daha esrarengiz ve belirsiz bir anlam taşır. Hangi seyahatler? Nereden uzak? İlk yanıt coğrafyada aranabilir. Son 50 yılda İtalyan fotoğrafçılığına önemli bir iz bırakan sanatçılardan biri olan Luigi Ghirri, 1943 yılında Reggio Emilia yakınlarındaki Scandiano’da doğdu ve yalnızca 49 yaşında, beklenmedik bir şekilde Reggio kırsalındaki Roncocesi’deki evinde hayatını kaybetti. Kısa ama olağanüstü verimli bir yaşam süresince, çoğunlukla İtalya’da seyahat eden, görsellerinde başka bir kıtanın izine rastlanmayan ve karelerinde en ufak bir egzotizm emaresi olmayan Ghirri, pek çoğunun bildiği gibi, küçük maceraları ve genellikle evine kısa mesafedeki pazar gezilerini severdi. Fakat, çalışmaları aracılığıyla Ghirri, bir yandan da haritalar ve atlas sayfaları üzerinde geniş bir seyahat gerçekleştirdi: Minyatür manzaralar ve resmedilmiş peyzajlar, ticari reprodüksiyonlar ve kartpostal manzaraları arasında geçti bu çalışmalar. Yazılarının değerli koleksiyonunun açılışını yapan basit cümle “There is Nothing Old Under The Sun – Güneşin Altında Hiçbir Şey Eski Değildir”, “Vaiz” kitabındaki ünlü “güneşin altında yeni bir şey yok” alıntısını tersine çevirir; bu nedenle, en başından bir karmaşıklığı gizlice açığa çıkarır ya da belki de ifşa eder. Bu karmaşıklık, ne görüntülerin ne de sözcüklerin kendisinde değil, onların entegre edildikleri kavramsal bakış açısında ve yakalandıkları ya da yazıldıkları derin ve son derece farkında olunan niyette aranmalıdır.

Luigi Ghirri 5 Ocak 1943’te Reggio Emilia yakınlarındaki Scandiano’da doğar. Emilia-Romagna eyaletindeki yaşam, İtalya’nın ekonomik canlanması, savaş sonrası iklim ve 1960’ların kültürel mayası, bir sanatçı olarak gelişimini önemli ölçüde etkileyen unsurlardır. Ghirri büyürken hassas, zeki ve son derece meraklıdır; hem gündelik deneyimler hem de Federico Fellini, Michelangelo Antonioni ve Cesare Zavattini gibi film yönetmenlerinin çalışmalarıyla kurduğu bağ sayesinde dünya anlayışını genişletmeye yönelir. Teknik çalışmalarına okuma ve müzik tutkusu, İtalyan Rönesansı ve sanat tarihine duyduğu hayranlık, nesne ve imgelere duyduğu ilgi eşlik eder; tüm bu özellikler Ghirri’yi etrafındaki dünyaya bakmanın bir aracı olarak fotoğrafa götüren yolda etkili olacaktır.
Ghirri, bir grup kavramsal sanatçıyla karşılaşıp etkileşime girdiği Modena’ya taşınır ve çağdaş sanat ve fotoğrafçılıktaki uluslararası eğilimlere yakından ilgi göstermeye başlar. Kısa süre içinde Eugène Atget, William Eggleston, Walker Evans, Robert Frank, Lee Friedlander ve August Sander gibi fotoğrafçıların çalışmalarına güçlü bir ilgi duyar ve kendi fotoğraf çalışmasını, her görüntünün amacının öncelikle içeriği açısından değerlendirildiği büyük bir dışavurumcu araştırma projesi olarak görmeye başlar. 1969 yılında Apollo 11 uzay aracından çekilen Dünya görüntüsü Ghirri’de yoğun duygular uyandırır. Bir bütün olarak dünyanın bu ilk fotoğrafının “dünyanın tüm imgelerini” içerdiğini belirtir. Ghirri’nin bu görüntüye verdiği tepki, “büyük bir bakış ve düşünce macerası” olarak tanımladığı kendi fotoğraf projelerini formüle etmeye başlaması için ona ilham verir.
Ghirri, ilk fotoğraflarını tatillerde ve hafta sonlarında çekmeye başlar ve bunları daha sonra ‘’Fotografie del periodo iniziale’’ (İlk Dönem Fotoğrafları) olarak adlandırdığı bir çalışma haline getirir. Bu çalışmadan, daha sonra ortaya çıkan birçok proje türetilir. Çalışma, günlük ritüelleri yerine getiren insanları ve mekanları tasvir eden görüntülerden oluşur. Aynı zamanda, Ghirri nesnelerin fotoğraflarını da çeker; sıkça hazır yapıt ya da bulunmuş nesneler—posterler, tabelalar, nesneler, sokakta rastlantı sonucu bulunan parçalar—kullanır. Bu erken dönem çalışmalarına ‘’Paesaggi di Cartone’’ (Kartondan Manzaralar) adını verir. Ghirri, Avrupa içinde ara sıra seyahatler yapar, ancak bu uyarıcı evreni bulmak için genellikle uzaklara gitmesine gerek kalmaz; nitekim çoğu zaman, Modena’daki evine yakın, aşina olduğu peyzajda, anonim kentsel çevrede konularını bulur. Ghirri’nin renkli fotoğraf çekme kararı da aynı niyetin doğal bir parçasıdır: “Renkli fotoğraf çekiyorum çünkü gerçek dünya siyah beyaz değil.” der.




1977 senesine gelindiğinde, Modena’daki evine yakın Piazza Grande’deki antika pazarındaki tezgahlar arasında dolaşırken, Ghirri, görüntüler ve işaretler dünyasında hala yeni olan bir yol keşfeder ve bu keşif onu Still-Life serisini yaratmaya yönlendirir. Tablolar, çerçeveli fotoğraflar, kataloglar, el yazmaları, eski eşyaların yığınları, onun bakışına sunulur ve olası katmanlaşmaları içeren “mekanlara” dönüşür. “Görsel olarak tamamen tanımlanmış gibi görünen nesneler bile, temsillerinde, henüz yazılmamış bir kitabın boş sayfaları gibi olabilir.” Bu dönemde, Ghirri aynı zamanda iki başka araştırma hattını da takip etmeye başlar: Il paese dei balocchi (Oyuncaklar Ülkesi) ve In scala (Ölçekli). Bu çalışmalarla, Ghirri’nin “gerçek dünyaya” yaptığı yolculuk, masal boyutuna ulaşır. Hem eğlence parkının ya da “balmumu müzesi”nin kurgusunu, hem de Rimini’deki “Minyatür İtalya” tema parkındaki ölçek farkının yarattığı hayranlığı yorumlar.

“Başından beri,” der Ghirri, “fotoğrafı, büyük ve küçüğü, illüzyonları ve gerçeği, yetişkin farkındalığımızı ve çocukluğun masalsı dünyasını bir araya getirmeyi başaran büyük sihirli bir oyuncak olarak gördüm.” Paris’teki Contrejour galerisi ve yayınevinin kurucusu olan arkadaşı Claude Nori tarafından cesaretlendirilen Ghirri, Paola Borgonzoni ve Giovanni Chiaramonte ile birlikte, İtalyan fotoğraf kültürüne odaklanan eserler üretmek amacıyla Punto e Virgola adlı yayınevini kurar. 1978 senesinde de, Punto e Virgola, Ghirri’nin ilk kitabı olan “Kodachrome”’u ve fotoğrafçının bir eleştirel metnini de içeren çalışmayı yayınlar. Monografi, anlatım biçiminde tasarlanmıştır; görüntüler, Ghirri’nin ilk sekiz yılındaki çalışmalarından özellikle ‘’Paesaggi di cartone’’ (Kartondan Manzaralar) ve aynı zamanda ‘’Fotografie del periodo iniziale’’ (İlk Dönem Fotoğrafları) projelerinden türetilmiştir. “Kodachrome” ile birlikte, Ghirri arşivini bir “görüntü deposu” olarak kullanmaya başlar. “Bu seriyi, sokakta yürürken bulduğum görüntülerin parçalarıyla tamamladım; son görüntünün, kaldırıma buruşmuş bir gazetenin üzerinde bulunan ‘come pensare per immagini’ [görüntüler aracılığıyla nasıl düşünülür] ifadesini içermesi tesadüf değildir. Bu ifade, tüm çalışmalarımın anlamını içerir, tıpkı Giordano Bruno’nun şu sözü gibi: ‘Düşünmek, görüntüler aracılığıyla spekülasyon yapmaktır.”






Ghirri’nin eserlerinde sıkça rastlanan temalardan olan mekân ve insan arasındaki ilişki, bir yandan fiziksel bir gerçeklik olarak, diğer yandan ise derin bir felsefi soruşturmanın nesnesi olarak ele alınır. Ghirri, mekânın sadece bir arka plan ya da sahne olmadığını, aynı zamanda insanın varoluşsal deneyiminin bir parçası olduğunu gösterir. Bu bağlamda, mekânın kendisi de bir anlatıcıdır ve izleyiciye bir hikâye anlatır. “Gerçek Seni Özgür Kılar” ifadesi, birçok farklı bağlamda kullanılan bir mottodur. Bu ifade, genellikle İncil’deki Yuhanna İncili’nde geçen “Ve gerçeği bileceksiniz, ve gerçek sizi özgür kılacak” ayetinden alıntılanır. Bu ayet, Hristiyan teolojisi içinde, Tanrı’nın gerçeğini tanımanın, insanı günahın köleliğinden kurtaracağı inancını ifade eder. Ancak bu kavram, dini bağlamın ötesinde, felsefi, etik ve politik düşüncede de geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Felsefi olarak ele alındığında, ifade, insanın kendisi ve çevresi hakkında doğru bilgiye sahip olmasının, onu yanılsamalardan, önyargılardan ve yanıltıcı inançlardan kurtaracağı anlamına gelir. Bu özgürlük, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde, insanın kendi kaderini belirlemesi ve hakikate dayalı bir yaşam sürmesi için gereklidir. Bu kavram, aynı zamanda, modern toplumun kitle iletişim araçları ve ideolojik yapılar aracılığıyla dayattığı yanılsamalara karşı bir uyanışı da temsil eder. Gerçek, burada, sadece somut bir bilgi değil, aynı zamanda bireyin zihinsel ve ruhsal özgürlüğünü kazanması için gerekli olan bir farkındalığı simgeler. Luigi Ghirri’nin fotoğraf sanatı, “gerçek” kavramını ele alırken, bu gerçeğin yüzeyde görünenin ötesinde bir şey olduğunu vurgular. Fotoğrafları, yüzeydeki görüntülerin ötesine geçerek, izleyiciye daha derin bir anlam sunar. Yüzey ve nesneler, sadece görünen değildir; aynı zamanda görünenin arkasındaki gerçeği keşfetmeye yönelik bir davettir. Bu davet, izleyiciyi, yüzeyin altındaki katmanları araştırmaya ve kendi gerçeğini keşfetmeye zorlar. Bir duvar, bir pencere ya da bir ağaç, sadece fiziksel bir obje olarak değil, aynı zamanda bir hikâyenin, bir kültürün ya da bir tarihin taşıyıcısı olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda, Ghirri’nin fotoğraf sanatı, izleyiciyi, yüzeydeki görüntülerin ötesinde bir gerçeklik arayışına davet eder. Nesnelerden bahsettiğimizde, Ghirri’nin Morandi serisinden bahsetmeden geçemeyiz. Giorgio Morandi (1890-1964) İtalyan ressam ve grafik sanatçısıydı ve en önemli natürmort ressamlarından biriydi. Kâse, kap, şişe, sürahi, bardak, kupa, vazo gibi günlük kullanım nesnelerini ele alan Morandi, hayatı boyunca yüzey ve mekânsallık üzerine deneyler yaptı. Morandi’nin kompozisyonlarındaki sadelik ve tekrar, izleyiciye nesnelerin ardındaki derinliği keşfetme fırsatı sunar. Morandi, bu sade nesneler aracılığıyla zamanın akışını, insan deneyiminin geçiciliğini ve mekânın zamansızlığını anlatır. Ghirri’nin Morandi serisi Morandi’nin ölümünden bu yana dokunulmamış olan eski atölyesini gözler önüne serer. Sonbahar 1989 ve Yaz 1990 arasında çekilen fotoğraflar, sanki Morandi ruhen hala oradaymış ve Ghirri’nin omuzlarının üzerinden bakıyormuş gibi ürkütücü bir niteliğe sahiptir. Bu, usta ressamın ruhuna kısa bir bakış sağlayan olağanüstü bir fotoğraf koleksiyonudur.



Ghirri’nin objektifinden geçtiğinde her şey, zamanın dışına taşar, adeta mekânla ve anlarla sınırlanmayan bir derinlik kazanır. Onun fotoğraflarında zaman, yalnızca durdurulmuş bir an değil, içinden geçtiğimiz, sonsuz bir akıştır. Bu akış, bizi fotoğrafa bakarken başka bir boyuta, o anın sınırlarının ötesine taşır; öyle ki, fotoğrafa baktıkça yalnızca o kareyi değil, o karenin ardında yatan daha büyük bir hikâyeyi hissetmeye başlarız. Zamansızlık, Ghirri’nin eserlerinde sadece bir estetik tercih değil, izleyiciyi serbest bırakan, ona kendi algısını şekillendirme imkânı tanıyan bir özgürlük alanıdır.
Günlük gezintilerinde rastgele çektiği fotoğraflarda bile, bu zamansızlık hissini derinden kavrarız. Sıradan bir cadde, bir pencere, bir gökyüzü karesi, Ghirri’nin bakışıyla zamanın eskitemediği, her seferinde yenilenen bir manzaraya dönüşür. Bu zamansızlık, Ghirri’nin işlerini benim gözümde ölümsüz kılar. Yıllar geçse de, o fotoğraflara yeniden bakıldığında, insanın içine işleyen sakin bir huzur her seferinde bizi sarar; bir anlık sükûnet, tıpkı bir dostun sessiz varlığı gibi yanımızda belirir ve farkına varırız ki gerçekten de güneşin altında hiçbir şey eski değildir; çünkü zamanın lineer algısı, Luigi Ghirri’nin fotoğraflarında olduğu gibi, anların üzerine yavaşça yayılır ve zamansızlık hissi yaratır. O, gündelik olanı öyle bir durulukla kaydeder ki, her şey aynı anda hem tanıdık hem de yabancı gelir; tıpkı bir anının sürekli yeniden şekillendiği, fakat asla tam anlamıyla eski kalmadığı gibi. Belki de Ghirri’nin objektifinden bakınca, güneşin altında eskimeyen şey, sadece imgelerin hafızamızdaki yeridir.







”Gerçeklikle gündelik karşılaşma, kurgular, suretler, muğlak, şiirsel ya da yabancılaştırıcı yönler, hepsi de duvarları her zamankinden daha yanıltıcı olan labirentten herhangi bir çıkış yolunu engelliyor gibi görünüyor… onlarla birleşebileceğimiz noktaya kadar… Çalışmalarım aracılığıyla vermeye çalıştığım anlam, bir bilgi yolunu arzulamanın ve onunla yüzleşmenin, nihayet insanın, şeylerin, yaşamın kesin kimliğini insanın, şeylerin ve yaşamın imgesinden ayırt edebilmenin hala nasıl mümkün olduğunun doğrulanmasıdır.” – Luigi Ghirri

Kaynaklar:
- Luigi Ghirri, Paesaggio Italiano/İtalyan Peyzajı, Quaderni di Lotus, Electa, 1989
- Luigi Ghirri, Niente di antico sotto il sole, derleyenler P. Costantini ve G. Chiaramonte, Sei Editore, 1997
- Luigi Ghirri, Lezioni di fotografia, derleyenler: G. Bizzarri ve P. Barbaro, Quodlibet, 2010
- Luigi Ghirri, The Complete Essays 1973 – 1991, MACK, 2016
- Luigi Ghirri. Il paesaggio nell’architettura, editör: M. Nastasi, Electa, 2018
- Gianni Celati, derleyenler: M. Belpoliti, M. Sironi ve A. Stefi, Quodlibet, 2019
- Pierre Zaoui, Kaybolma sanatı. İhtiyatla yaşamak, Il Saggiatore, 2015
- Matteo Bellizzi, Gianni Celati ile Söyleşi, Doppiozero, Nisan 2011
- Marco Belpoliti, Viaggio in Italia, Doppiozero, Temmuz 2012
- Marco Belpoliti, Luigi Ghirri ve Gianni Celati, Doppiozero, Ağustos 2016
- Marco Belpoliti, Luigi Ghirri: bellek ve çocukluk, Doppiozero, Ocak 2018
- Davide Ferri, Viaggi randagi con Luigi Ghirri. Il racconto di Franco Guerzoni, Artribune, Ekim 2014
- Chiara Paterna, Gianni Celati ve Luigi Ghirri. Geographies of Disorientation, Pangea, Mart 2020