You are currently viewing Sesli Düşünüyorum – Homo Cameracus

Sesli Düşünüyorum – Homo Cameracus

Düşüncelerin de hayat gibi bir noktadan başlayıp evrilerek, değişerek ve bazen doğru bazen yanlış yerlerden geçerek ama asla kati ve değişmez kalıplara bürümeden sürekli canlı kalacağına ve bu canlılığın oluşturduğu düşünsel değişimin asıl değerli olan olduğuna inananlardanım. Naçizane fotoğraf ile ilgili okumalarım ve çıkarımlarım üzerine geçirdiğim düşünsel değişim doğrultusunda doğrusuyla-yanlışıyla “sesli düşünerek” kafamdakileri yazıya dökmek isterim. Bu düşünsel yolculukta sözlerim kati ve değişmez kalıplar ya da doğrular değildir. Bunlar sadece benim yolculuğumda bulunduğum duraktaki bir bakıştır ve yol ilerledikçe başka duraklar başka bakışları hatta şimdikilere tam zıt görüşleri getirebilir. Ama yine de düşüncenin her “an”da paylaşılması değerlidir.
 
Fotoğraf çekmek bir yol hikayesidir. Fotoğraf çekilip sergilenene kadar geçen süreç fotoğrafçının yolculuğudur. Fotoğrafçının bu yoldaki yegâne arkadaşı ise fotoğraf makinesidir. Peki bu arkadaşlık nasıl bir bağa sahiptir? Fotoğrafçı, makinesini hayatının neresinde konumlandırır? Fotoğrafçı için makinesi ne ifade eder?
 
Tufan Palalı‘nın Fotoğraf Zihinsel Şey kitabında Henri Cartier-Bresson’un dikkat çeken iki sözü yer almaktadır; “Fotoğraf çekmek aynı anda beynin, gözün ve kalbin bir şeye yönelmesidir.”  ve “Makinenin görevi gözün verdiği kararı filme aktarmaktır.” . Burada Cartier-Bresson’un makineyi fotoğrafa ulaşma amacına hizmet eden bir araç olarak gördüğü hemen anlaşılır. Bu yaklaşımla bakıldığında, makine bir araç olarak fotoğrafın oluşmasında ikinci plandadır ve asıl önemli olan beynin, gözün ve kalbin eğitilmesidir, ki Tufan Palalı kitabında Cartier-Bresson’un makinesiz fotoğraf çekmekle ilgili konuşmalarına da yer vermiştir.
 
Cartier-Bresson’un yaklaşımındaki kabullerle ilerlenirse, makine, sadece bir araçtır ve gözün verdiği kararı doğru bir biçimde -ki doğru biçim makinenin arkasındaki kişinin aklında ne varsa odur- filme/dijitale aktarabilme becerisi kadar kıymetlidir. Makinenin sahip olduğu özellikler verilen karanın aktarımını belirlemektedir. Lens seçimi, makinenin enstantane hızı gibi belirleyici unsurlar fotoğrafçının kafasındakileri nasıl yansıtacağımızı da belirler. Bu yaklaşımla bakıldığında ilk olarak makinenin ve teknik bilginin önemsiz olduğu düşünülebilir ancak doğru aktarım için seçilen makinenin kullanımını bilmek yani teknik bilgilere hâkim olmak gerekir. Burada makinenin fotoğrafa ulaşmada bir araç olarak konumlandığı açıktır.
 

Peki bu çıkarımlar ve bakış açısıyla devam edersek bazı sorularla karşılaşmaz mıyız? Sürekli yeni makinler çıkmakta ve farklı özelliklerle kolaylaştırıcı olduğu iddiasını ileri sürmektedir. Bir araç olarak makine, yeni ve kolaylaştırıcı özellikleri ile düşüncenin fotoğrafa aktarımını da kolaylaştırır mı?  En yeni ve en çok özelliğe sahip makineler aktarımı kolaylaştırıyorsa, bu makineler tercih edilmeli midir? Amaç sadece gözün verdiği kararı doğru bir biçimde aktarmaksa bunu en hızlı ve zahmetsiz biçimde yapabilen bir makine mi kullanmamız gerekir? Peki makinenin görevi gözün verdiği kararı kaydetmekse bunu en basit yolla yapan ve karmaşık ayarlarla fotoğrafçıyı yormayan bas-çek makineler amaca diğer makinelerden daha yakın değil midir? 

Filmli makine kullanımı ve hatta 70’ler ve 60’ların makinelerinin kullanımı aktarım kolaylığını çok fazla azaltmaktadır diyebiliriz ancak yine de filmli makine kullanımı günümüzde çok yaygın ve giderek kullanıcı sayısı artmakta. Buradaki tercihi, sadece nostaljik düşünceler, eskiye özlem ya da post-modern dünyada modernizme bir tepki ile mi açıklarız? Cartier-Bresson’un aktif olarak fotoğraf çektiği dönemde dijital makineler yoktu ve mecburen filmli makineleri kullanıyordu. Günümüzde ise dijital ve filmli makinelerin fotoğrafa ulaşma süreçleri arasındaki büyük fark, onu hayatımızdaki konumlandırdığımız yerle de ilişkili bir tercih değil mi? Filmle çekilmiş fotoğrafların zahmetle karanlık odada banyo yapılması ve basılması fotoğrafa ulaşmayı zorlaştırmış olmaz mı? Öyleyse filmli makineleri kullananlar hayatlarında makinelerini nasıl konumlandırmakta? 

Ayrıca fotoğraf çekmekten çok makineyi kullanmayı da sevebilir insan. Önemli olan yol ya da varılacak yerden ziyade kullandığı makinedir. Teknolojik ya da mekanik aletlere ilgi de duyulabilir. Bu ilgi ile bir makine operatörü ya da makine ustası gibi yaklaşım da sergilenebilir. Hatta bir markaya olan sempatiyle özellikler ve ihtiyaçlar çok göz önüne alınmadan sadece o markaya ait kameralar da kullanılabilir. Buradaki bütün tercihleri nasıl değerlendirilebilir?

Aslında bu soruların burada verebileceğimiz genel geçer cevapları çok önemli değil. Bu sorular kafamda cevap bulmak için değil kendi yolumu bulmak için varlar. Cartier-Bresson’un yaklaşımı kendi yoluna aittir ve herkesin yolu biriciktir. Tarihe iz bırakan fotoğrafçıların söz ve yaklaşımları onların yolundan gitmek için değil kendi yolumuzu bulmak için değerlidir. Hepimiz farklıyız, farklı renklerdeyiz. Fotoğraflarımız da hayatta yapmak istediklerimiz de farklı. Elbette hepimizin hayatında farklı bir konumda yer alacak fotoğraf makinesi. Güzel olan da bu değil mi! Belki de önemli olan tek şey fotoğraf makinesini kullanan Homo Cameracus’un kendine dürüst bir şekilde seçtiği yoluna uygun tercihleri ve kısacık hayatında bir nebze mutluluk.

 
Muhsin Topdağı
@muhsintpd

Muhsin Topdağı

1987 Erzurum doğumludur. Kocaeli Üniversitesi Elektrik Mühendisliği mezunudur. Fotoğrafla lise yıllarında tanışmış olsa da 2019 yılından beri fotoğrafla ilgili okumaya ve fotoğraf üzerine düşünmeye başlamıştır. Artlens Görsel Kültür ve Fotoğraf Atölyesinde temel ve ileri seviye fotoğrafçılık başta olmak üzere çeşitli fotoğraf ve sanat eğitimlerine, Magnum Photos’un düzenlediği How to be a Working Photographer eğitimine ve Atölye 4’33” Kavramsal Fotoğraf eğitimine katıldı. Okudukça, araştırdıkça ve fotoğrafın içine girdikçe çok farklı bir dünya ile karşılaşmış ve bu farklı dünyada kendi yolunu bulmaya çalışmaktadır. 2021 yılından itibaren AralıkMag dergisi bünyesinde blog yazarlığına devam etmektedir.