Merhaba çok sevgili Aralık Mag. takipçileri,
Daha önce hiç yaşadığınız kenti düşünmüş müydünüz?
Kasım 2022’nin sonunda yapılan Aralık Mag. buluşması sayesinde Ankara’ya gitme fırsatım olmuştu. Sevgili Bahadır Duman’la yaptığımız yürüyüş sırasında bana Ankara’nın kent belleği hakkında birçok bilgi vermişti. Doğuma büyüme İstanbullu olduğum için ve İstanbul her geçen gün daha da tanınmaz hale geldiği için yaşadığım şehir hakkında daha önce bu bağlamda düşünmediğimi fark ettim. Tabii ki büyüklerimden hep o meşhur “Eski İstanbul”u duyuyordum, ancak ne olduğuna dair sağlam bir fikrim yoktu.
İstanbul hakkında düşünmek ve onu eski haliyle karşılaştırmak için tabii ki de Ara Güler’in fotoğraflarına bakmak en mantıklısı olur diye düşündüm. Büyük ustanın seneler boyunca İstanbul’u fotoğraflaması, bu büyük kentin zaman içinde nasıl değiştiğini gözler önüne seriyordu. Başka bir deyişle Ara Güler’in fotoğrafları, İstanbul’un kent belleğinin zaman içindeki başkalaşımını anlamak için başvurulacak en güvenilir kaynaklardan biriydi.
“1950-60’lardan kalma İstanbul fotoğraflarım olmasa, o eski günler, bugün unutulmuş olacaktı.” -Ara Güler
Nitekim kent belleği fotoğraflarını araştırırken aklıma Belçika’dayken aldığım fotoğraf tarihi dersi sayesinde tanıdığım Eugène Atget isimli Fransız fotoğrafçı geldi. 70 yıllık ömrünün yarısında fotoğrafla ilgilenmeye başlayan Atget, 1890-1927 yılları arasındaki Paris’i sokak sokak gezip fotoğraflamış ve arşivlemiş olmasına rağmen yaşarken değeri bilinmeyen sayısız “posthume” fotoğrafçıdan biri olarak karşımıza çıkıyor. 1925 yılında kendisiyle tanışan Amerikalı fotoğrafçı Berenice Abbott, sanatçının ölümünden iki yıl sonra yani 1929 yılında Atget’nin fotoğraflarını yayımlayıp kendisi hakkındaki ilk makaleyi (Creative Art, 1929) yazarak onun tarihin karanlık bilinmezliğine karışmasını engellemiş oldu.
Ömrünün çoğunda başarısızlıklarla boğuşmak zorunda kalan; denizcilikten sonra konservatuarı seçen ancak bunu bırakıp tiyatroya yönelen, sonrasında ressam olmayı hedefleyip yine sonuç alamayan Atget; 33 yaşına geldiğinde Montparnasse’daki ressamların referans için fotoğraf kullandıklarını görüp fotoğrafçı olmaya karar vermiştir. Kapısına “Documents pour artistes” (Sanatçılar için “belgeler”) yazıp asan Atget, Paris’in banliyölerinden merkezine kadar her yeri fotoğraflayarak, yani “belgeleyerek” hem pitoresk hem de artistik bir koleksiyon yaratmıştır.
Ara Güler, moderniteyle eski arasında arafta kalmış bir İstanbul’u fotoğraflarken; Eugène Atget de bunun paralelini Paris’te yapabilmişti. Bu iki adam, geçmiş ve gelecek arasında bir yerde kalmış iki büyük şehrin en çıplak halini fotoğraflamayı başarmışlardı.
İki şehrin hikayesi
“Beyoğlu, hamlesi yarı yolda kalmış Paris taklidiyle hayatımızın yoksulluğunu hatırlatırken…” -Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse Ara Güler ve Eugène Atget’yi aynı metinde ele almanın çok akıl karı gelmeyebileceğinin farkındayım. 1929 yılında vefat eden Atget ile 1928 yılında doğan Güler’i karşılaştırmak, çağdaş olmadıkları için mantıklı gelmeyebilir.
Oysaki Atget, 19.yy’ın sonundan başlayarak Paris’in 20.yy’ın ilk çeyreğine kadarki değişimini arşivlerken Güler, 1950 yılından daha beş sene öncesine kadar olan İstanbul’u arşivlemiştir; bu iki şehrin siyasi tarihteki rollerini ele aldığımız zaman bu karşılaştırmanın uygun olduğuna hemfikir olabiliriz. İstanbul’un Cumhuriyet sonrası dönemden günümüze kadar olan süreçte yaşadığı değişim, Paris’in 20.yy’a gelindiğinde monarşiyi anımsatacak çoğu anıtı yok ederek ve yenileşerek geldiği durumla (aynı olmasa bile) uyumludur.
1946 yılında yayımlanan “Beş Şehir” adlı eserinde Ahmet Hamdi Tanpınar, bu durumu şu şekilde ele alır:
“Baudelaire en güzel şiirlerinden birinde “Eski Paris artık yok, ne yazık, bir şehrin şekli bir fâninin kalbinden daha çabuk değişiyor” diyerek, galiba bütün Fransız şiiri boyunca bir iki şairinden biri olduğu Paris’in değişmesine döğünür.
Birinci Dünya Harbi’nden sonraki Fransız nesrinde hemen on yıl önceki Paris’in hasreti belli başlı bir temadır.
İstanbul böyle değişmedi. 1908 ile 1923 arasındaki on beş yılda o eski hüviyetinden tamamıyle çıktı. Meşrutiyet inkılâbı, üç büyük muharebe, birbiri üstüne bir yığın küçük, büyük yangın, malî buhranlar, imparatorluğun tasfiyesi, yüzyıldır eşiğinde başımızı kaşıyarak durduğumuz bir medeniyeti nihayet 1923’te olduğu gibi kabullenmemiz onun eski hüviyetini tamamıyle giderdi.”
Halbuki kent belleği denildiği zaman akla sadece anıtlar veya yapılar gelmemelidir. Sokaktaki esnafın, çalışanların, kentin bölgeye göre değişen halkının da unutulmaması gerekir. En temel düzeyde kent, insan yerleşmesi üzerinden tanımlanır. Kent insana bağlı olduğu için, her kentin ideolojisi de zorunlu olarak kentte yaşayan insana bağlıdır. Aynı yapılar gibi, geleneksel kentin insanı da moderniteye uyum sağlamak için değişir; sonuç olarak moderniteye adapte olur veya modernite tarafından asimile olur.
20.yy’daki teknolojik gelişmeler sayesinde o yüzyılın merkezinin Avrupa olması Paris’i etkilerken, özellikle 1970’lerden sonra hızlanan köyden kente yapılan iç göç de İstanbul’u etkilemiştir. Özetle Tanpınar’ın “eski kimliği giden” İstanbul tanımı, özellikle 2000’lerden sonra hızlanan çarpık kentleşme ile tekrardan bir dönüşüm içine girmiştir.
Kent belleği, hatırlamamızı sağlar
Bu yazıyı yazarken kafamdan bir türlü son bir ayda yaşadıklarımızı çıkaramadım. 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Pazarcık merkezli deprem ve onu takip eden diğer depremler yüzünden binlerce insanımız vefat etti ve binlerce canı kaybettik. Onlarca şehri etkileyen bu felaketin üzerinden fazlaca vakit geçmesine rağmen sayısı belirlenemeyen binaların ve anıtların yıkımına şahit olduk. Bunun yanı sıra çoğu insana ve cana da ulaşılamadı.
Özellikle sosyal medyada gezerken depremden etkilenen şehirlerdeki insanların, şehirlerin depremden önceki hallerini paylaşmalarıyla kent belleğini taze tuttuklarına ve bu şekilde umut dolduklarına tanıklık ettim.
Bu yüzden de unutmadım; o şehirdeki mutlu, iç içe insanları, hayvanları, çocukları; Kahramanmaraşlı yakın arkadaşımla şehir hakkında yaptığımız gırgırları, deprem ilk olduğunda “kesilen” sosyal medyayı, dağıtıl(a)mayan yardımları, geç kalındığı için yardım edilemeyenleri ve şu anda hala orada olan ve destek bekleyen kimseyi unutamadım. Arşiv unutmaz. Siz de unutmayın.
Yolun sonuna geldik
Bu yazı vesilesiyle sizlere Eugène Atget’yi tanıtma ve onu Ara Güler ile ele alma fırsatını buldum. Bunlarla birlikte kent hakkında bildiklerimi de sizlerle paylaşarak ülkemizde yaşananlara değinme şansı buldum. Sanatın iyileştirici gücüne inanan herkesi, özellikle de Aralık Mag. ailesini selamlıyorum.
Yazımı okuduğunuz için teşekkür ediyorum ve kullandığım kaynakları aşağıya bırakarak hepimize huzur dolu yarınlar diliyorum:
Kaynakça
Gautrand, J.C. “Eugène Atget. Paris.”, Taschen, Köln, 2016
Tanpınar, A.H. “Beş Şehir”, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1969
Tavlaş, N. “Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018
Fotoğraflar
https://www.duncanmillergallery.com/gallery-eugene-atget
https://flashbak.com/eugene-atget-the-photographer-who-walked-fin-de-siecle-paris-427932/
http://www.fotografya.gen.tr/TR,1756/ara-guler-klasik.html
http://www.leblebitozu.com/ara-gulerin-yakin-tarihe-isik-tutan-24-unutulmaz-fotografi/
https://www.lensculture.com/projects/413881-rangefinderx-from-istanbul